Lemanser SÜKAN, "Öğretmenlerin Öğretmenidir."

Topluma binlerce eğitilmiş insan kazandıran Lemanser Sükan Öğretmen tecrübelerle dolu yaşam mücadelesini Mükerrem ŞEHİTOĞLU'na anlattı.

Mükerrem Şehitoğlu:

Sevgili Öğretmenim, Bursa Yazın ve Sanat Derneğinin bir çalışması olan bu söyleşiyi sizinle yapmam benim için bir onurdur. 50 yıl önce Siz genç ve birikimli bir öğretmenken Nenehatun Kız İlköğretmen okulunda yollarımız kesişti. Psikoloji derslerimize giriyordunuz. Sizi tüm dikkatimle dinliyor ve izliyordum. Daha ilk dersimizde bilgili, donanımlı, dirençli öğretmenleri yetiştirme çabanızı anlamıştık. Köy Enstitülerinde aldığınız eğitimi kendi kişiliğinizle harmanlayarak bize ışık olmaya çalışıyordunuz. Işığınız o kadar güçlü idi ki çocukluktan ergenliğe henüz geçtiğimiz o dönemde bir anda büyüdüğümüzü hissetmiştik.

Girdiğiniz psikoloji dersinde tüm hayatı öğreniyorduk. Güçlü insan yetiştirme çabanız her türlü üzerindeydi. Haksızlıklara karşı haklılığı savunma, dik durma, iş ahlakı, dürüstlük, yarının iyi bir öğretmeni olma gibi temel değerlerin çok okuyarak ve sosyal hayatın içinde roller üstlenerek kazanılacağını bizlere bizzat uygulararak öğretiyordunuz. Yaptığınız tiyatro çalışmalarını örnek olarak gösterebilirim. Bizlere hakkımızı savunmayı öğretirken uğradığınız haksızlıklar sonucu Erzurum'dan ayrılmanız bizi üzmüştü.

Lemanser Sükan'ın korkusu yoktur. Zorlu mücadelelerden geçerek biz mezun olduktan sonra tekrar aynı okula dönmüştü. Bizim temelimizi bir yılda atmıştı. Alacağımızı almıştık. Benim öğrenci olarak tanık olduğum Lemanser Öğretmen kişiliği kişiliğimin tamamlanmasında önemli bir yer alır. Yıllar sonra Bursa'da Sümerbank Mağazası'nda omuzuma dokunan bir elle irkildim. Döndüğümde rüya gördüğümü sandım. Lemanser öğretmenle tekrar karşılaştık. Dayanamayıp sordum öğretmenim arkadan beni nasıl tanıdınız. Sesinden dedi. Öğretmene bakın her öğrencisini belleğine öğle bir kazır ki ne o öğrencilerini nede öğrencileri onu unutmaz. Sonra Bursa'da sivil toplum örgütlerinde gerek yönetici gerek aktif üye olarak çalıştık. Birçok platformda birlikte olduk. Ortak mesajımız güzel ülkemizin Atatürk ilke ve inkılaplarına, cumhuriyet değerlerine sahip çıkan gençlerin yetişmesiydi. İlerlemiş yaşına rağmen duru Türkçesi ve çağdaş düşünce yapısıyla aydınlatmaya devam etmektedir. “Memleket Yollarında” adlı kitabı onun zorlu fakat dirençli yaşamının bir özetidir. Onun usunda yılgınlığa yer yoktur. O köy enstitüsünden yetişmiş binlerce öğretmene ışık olmuş öğretmenlerin öğretmenidir.

1- Öğretmenim sizi sizin ağzınızdan tanıyabilir miyiz?

Gedelek'te doğdum. Gedelek Orhangazi'nin köyü. Şimdiki gibi değil, 85 yıl önceki Gedelek harikaydı. Asırlık çınarların altından fışkıran buz gibi sular ve bu sularla yetiştirilen sebzeler, her çeşit meyve bulunan bahçeleri ile yemyeşil, şipşirin  bir köydü. Gemlik- Orhangazi kara yolu üzerindeydi. 600 nüfuslu, 100 haneydi.

2- Nerelisiniz? Çocukluğunuz nerede ve nasıl geçti?

Beş kardeştik. Üç kız iki oğlan. Kızların üçüncüsü, kardeşlerin dördüncüsüydüm.  Ailenin toprağı azdı, yarıcılık ta yapardık. Salatalık bahçesine bekçilik yaparak, keçilerimizin oğlaklarını otlatarak, sebze toplayarak, tütün kırarak, tütün dizerek aileye yardımcı olurdum. Çocukluğum 12 yaşına kadar bu köyde geçti.

3- Çok okuduğunuzu biliyorum. Bu alışkanlığınızı nasıl kazandınız?
           
İlkokulu köyümde okudum. İki öğretmenimiz vardı. 1-2-3. sınıfları Mehmet Bey,  4-5. sınıfları da Hasan Bey okuturdu.  Hasan Bey keman çalardı, kasket giyerdi, okulun bahçesine çiçekler ve ağaç fidanları diktirmişti. Bizi yakındaki komşu köylere götürürdü. O köyün öğrencileri de bizim köye gelmişlerdi. Hasan Bey Köy Enstitülü öğretmenmiş. Hasan Bey'in etkisi ile ben de Arifiye Köy Enstitüsüne girdim. 1947-48 öğrettim yılında henüz 12 yaşında çocuktum. Sıska ve zayıftım. Epey zorlandım ama, Okumayı çok sevdiğim için, burada da bu olanağı bulduğumdan sabrediyordum.  Bazen geceleri yorganı başıma çekip yatakta ağladığım olurdu. Fakat kimseye göstermezdim.
           
Okuma sevgisi bende kendiliğinden oluştu. Köyümüzde gazete kitap bulma olanağı yoktu. Ağabeyimin okul kitaplarını okurdum. Birde gazeteden yapılmış kese kâğıtlarını açar okurdum.  Salatalık bahçesini beklerken yoldan geçen arabalardan gazete isterdik. Onlar da okunmuş gazeteleri camdan atarlardı. O gazeteleri kapışırdık. Elimize geçen parçaları okurduk. Diğer çocuklar için bu bir oyundu, ama benim için ihtiyaçtı. Çoğu kez diğer çocuklar kendi kaptıklarını da bana verirlerdi. Köyde kimde kitap varsa ödünç ister okurdum. Eski aşk halka hikayelerini (Kerem ile Aslı, Tahir ile Zöhre, Arzu ile Kamber, Leyla ile Mecnun'u okudum. Arifiye de okul kütüphanesi benim için hazine oldu. Türkçe dersleri de bu isteğimi kamçıladı. Şimdi en büyük sıkıntım okuyamamak. Ben değil ama gözlerim pes dedi.

4- Köy enstitüsü yıllarınızdan bahseder misiniz?
           
1946 seçimlerinde oy kaybeden Cumhuriyet Halk Partisi çözümü sağa ödün vermede buldu. Dıştan gelen baskılar da dozunu artırınca partinin içindeki devrimci ve halkçı kanadı işbaşından uzaklaştırdı. Önce sağ kesimin gözüne batan eğitimden işe başladı.  Hasan Ali Yücel'e yeni kabinede görev vermedi. Köy Enstitüsü karşıtı olan Şemsettin Sirer'i Milli Eğitim Bakanı yaptı. Sirer ilk önce Köy Enstitülerinin kurucu kadrosunu iş başından uzaklaştırdı. Öğreti ve eğitim programlarını değiştirdi..
           
Ancak Köy Enstitülerindeki öğretmen kadrosunu değiştiremediği için eski köy enstitüsü havası devam ediyordu. 1947 yılında ben Arifiye 'ye gittiğimde okul müdürü Fehim Akıncı'ydı. (Beşikdüzü'nde Hürrem Arman'ın eğitim şefiydi.) Fehim Akıncı prensiplerinden asla ödün vermeyen bir eğitimciydi. Bu nedenle okul köy enstüsü havasından ödün vermeden işleyişini sürdürüyordu. Örneğin Mustafa Eyüpoğlu tarım şefimizdi. Hamdi Daner müzik şefimizdi. Nedime Hanım atölye şefimizdi. Bunlar gibi çok değerli öğretmenlerimiz vardı. Okulda iş eğitimi ve yaparak yaşayarak öğrenme yöntemi hakimdi. İş bölümü ve küme çalışması hakimdi. Dersler atölyelerde, bahçelerde, kütüphane ve laboratuvarlarda geçerdi. öğrenci bir yerde oturmaz, sürekli hareket halinde olurdu.
           
Okulun işleyişi demokratik kurallara göreydi. Sormak, sorgulamak okuldaki her bireyin en doğal hakkıydı.  Her hafta sonunda, hafta içinde tüm yapılanlar irdelenir, didik didik edilerek gözden geçirilir, başarılı ve olumlu  olanlara teşekkür edilir, takdir edilir. Başarısız ve hatalı olanların nedenleri sorgulanır, bulunur, bunların ortadan kaldırılması için yapılması gerekenler saptanır.  Hatadan dolayı ortada çıkan zarar ve ziyanın giderilmesi bulunurdu. Cumartesi toplantılarının sonunda gece ya bir film, ya bir müsamere olurdu. Bu müsamereleri şubeler hazırlar, sıra ile sunarlardı. Bu müsamerelerde her öğrencinin görev almasına ve bireysel yeteneğini göstermesine fırsat verilirdi. Bu kurala diğer çalışmalarda da  (müzik, oyun, spor...) dikkat edilirdi.
Ayaklarımın yere sağlam basmasını, kendime güvenmeyi, kimseye boyun eğmemeyi, el etek öpmemeyi... Kısacası Köy Enstitüsünde kişiliğimi kazandım.
           
Arifiye Köy Enstitüsü karma olduğu için sosyal etkinliler daha doğal olurdu.  1950 yılında Demokrat Parti iktidar olunca Köy Enstitülerini karma olmaktan kaldırdığı için Kızılçullu  ve Beşikdüzün'de  sosyal etkinlikler  doğal  olmazdı. Örneğin: Bir piyeste erkek rolüne de kız öğrenci çıkardı.
           
Köy enstitüsünde okulumuzu evimiz olarak görürdük. Onu temiz tutmaya özen gösterirdik. Bunun için de temizlemekten ziyade, kirletmemeye dikkat ederdik. Gördüğümüz her kirliliği anında temizler yok ederdik. Bize böyle öğretmişlerdi. (O kirliliği,o yanlışı siz gördünüz, bir başkası görmesin; hemen ortadan kaldırın  başkasının yok etmesini  beklemeyin derlerdi.) Çevre temizliği çok önemliydi. Okulun boş alanları şubelere paylaştırılırdı, belirli zamanlarda mıntıka temizliğine çıkardık.

5- Büyük ideallerle başladığınız, sürdürdüğünüz sevgili mesleğinizin bu günkü geldiği noktayı değerlendirebilir misiniz?
           
Öğretmenlik sevgi mesleğidir. Sevgi pınarları kurumuş bir kişi öğretmen olamaz, olmamalıdır. Sevgi pınarları insanlık için, vatan için gürül gürül çağlayan Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk o nedenle BAŞÖĞRETMEN dir. Bu gün öğretmenlik mesleği kaldı mı, var mı? Önce sevgi pınarlarını kuruttular. Öğretmen yetiştiren o güzelim bilim ve irfan yuvalarını ( Köy Enstitüleri, Öğretmen Okulları ...) kapattılar. Kendini gerçek öğretmen yetiştirmeye adamış değerleri, Hasan ALi Yücel, İsmail Hakkı Tonguç'u bir kenara ittiler.

6- İçinizi acıtan konularda sosyal medyada yazılar yazıyorsunuz ve hala vatandaşlık tepkilerinizi göstermeye devam ediyorsunuz.Amacınız nedir.?
           
Köy enstitülerinde okul sevgisi gibi başta Cumhuriyet ve Atatürk olmak üzere vatan, bayrak, ulus, insan, doğa, hayvan sevgisi kazandırılırdı. Ben öğretmenim. Gerçek öğretmenlik mezara kadar devam eder. Emekli olmak, öğretmenlikten de uzaklaşmak demek değildir.  Hatta emekli olduktan sonra öğretmenlik sorumluluğu daha da artmıştır, görev alanı genişlemiştir. bü nedenle hataları, yanlışları görünce uyarmadan duramam, göz yumamam. Şimdilik elimden gelen bu, yazmak. Ben de gücümün yettiğince yazıyorum. Okunuyor mu orasını bilemiyorum. Belki kendimi rahatlatıyorum.

7- Gözlemlerim sonucunda köy enstitülü öğretmenlerin çoğunlukla 90 yaşını gördüklerine tanık oluyorum. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
           
Köy enstitülü öğretmenlerin uzun yaşayıp yaşamadığını bilemem. Bu konuda bir araştırma yapılıp yapılmadığını bilmiyorum ve duymadım. Bildiğim bir kaç kişi ile de genelleme yapmayı doğru bulmuyorum. Ancak köy enstitüsünde verilen eğitimin belki etkisi olabilir. İş eğitimi, yaparak yaşayarak öğrenme, sürekli aktif olmayı gerektirir. Hatırladım kadarıyla öğrenci iken sürekli hareket halindeydik. Hatta yürümez hep koşardık. Her yere koşarak giderdik. Kitap okurken, konuşurken bir aşağı, bir yukarı yürürdük. Ben hala mutfakta çalışırken bile ayaktayımdır. Belki bu hareketlilik yaşam sürecinin artmasına etki edebilir. Bilimsel beslenme elbette yaşam kalitesine etki etmektedir. Pozitif düşünme, bilimsel düşünme de artı katkı sağlamaktadır. Köy enstitülü öğretmenlerin çoğunluğu da bu özellikleri taşımaktadır.

8- Başka bir gözlemim de; hala okunan şair yazar ve edebiyatçılar köy enstitüsü çıkışlı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
           
Köy enstitülü yazarlar çoğunlukla konularını yaşanmışlıklarından seçmektedirler. Gerçekleri sergilemişlerdir. Örneğin Mahmut Makal'ın  Bizim Köy'ü  ,Fakir Baykurt'un  Yılanların  Öcü, Irazcanın  Dirliği ,Talip Apaydın'ın  Sarı Tıraktör'ü,Dursun  Akçam'ın  Ölü Ekmeği. Köy enstitülü yazarların yazdıkları anılar, romanlar, öyküler,  şiirler halkın asırlardan beri okudukları masallara, saray yaşamı anılarına benzemiyor, kendi yaşadıklarını, kendi yakınlarındaki ve tanıdıkları, yaşadıkları olayları anlatıyorlar ve bunları anlamadıkları Arapça, Farsça dille değil, kendi konuştuğu dille yazıyorlar. Bu nedenle halk bunlara ilgi duydu. Örneğin  Nedim'in, Fuzuli'nin  şiirlerini düşünün.

9- Kitaplar yazdınız. Yazmakta ki amacınız neydi? Kaç kitabınız var?

Kitap yazmakta öyle belirgin bir amacım yoktu. Ancak öğretmenliğin verdiği bir alışkanlık sonucu kendiliğinden ortaya çıktı. Söylemek istediklerinizi, söyleyebilmek için başka bir olanağınız yok yazmaktan başka.
           
Beş kitabım var. MEMLEKET YOLLARINDA ilk yazdığım kitap. Benim okuma alışkanlığım gibi, yazma alışkanlığım da vardır. Her gördüğüm, her duyduğum ilginç ve hoşuma giden olayları yazarım. Bir zamanlar alış-veriş yapılınca fiş alınırdı. Yazacak kağıt bulamazsam o fişlerin arkasına notlar alırdım. Ayrıca öğretmen olarak çalıştığım yıllar olaylı zamanlara rastladı. Yöneticilerle fikir ve görev anlayışında ters düşüyor, soruşturmalar geçiriyordum. Bunun sonucu sık sık sürgün edilerek yer değiştiriyordum. Hak arama için Danıştay’a dava açmak zorunda kalıyordum. Sonunda her görev yaptığım yerle ilgili yazışmaların dosyası oluştu. Kızım da  "Anne bu dosyaları mezara mı götüreceksin? Otur şunları bir düzene koy, kitap haline getir. Bastırman şart değil" diyordu.
           
GEDELEKLİ NAZMİYANIM ikinci kitabım. Konusu sevgili annem. Annemin çocukluktan başlayan zor ve ilginç bir yaşamı olmuş.  Bana anlattıklarını unutamadım. Ülkemizde o yıllarda yaşamış pek çok kadının yaşamı aşağı yukarı aynıdır. Bu yüzden kitabı okuyan çok beğendi. Ben de kitabı Cumhuriyet Kadınları Derneğine verdim. Onlar bastırıp dernekleri yararına pazarladılar.
           
Üçüncü kitabım İKİNCİ KUŞAK.  Köy Enestitüsü Çıkışlı Öğretmen Çocukları.                        Adından da anlaşılacağı gibi küçük çapta bir araştırma. Bunu da Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği'ne verdim. Onlar dernek yararına bastırıp pazarladılar.
           
Dördüncü kitabım MEMLEKET YOLLARINDA -2 dir. Emekli olduktan sonraki yaşantımı konu alan bir kitap.  Nilüfer Belediyesi tarafından bastırılıp sivil toplum örgütü derneklerine dağıtıldı.
           
ATATÜRK YOLUNDA SUYA SABUNA DOKUNARAK beşinci kitabım. Ülke sorunlarına karşı görüş ve tepkilerimi dile getirdiğim yazılarımdan oluşuyor. Beşinci kitabım Cinius Yayınlarından çıktı ve o yayınevi tarafından pazarlanmaktadır.    
 
10-Türkiye'de kadın olmak sizce ne ifade ediyor.Siz bu konunun neresinde yer aldınız?
           
Türkiye'de Kadın olmaktan önce, insan olmanın neresindeyiz? Ülkemizde insan olmanın önemi ve değeri ne kadar? Çocuğun, gencin, işçinin, kadının önemi var mı? Hele ülkeyi yönetenlerin gözünde önemi var mı? Yok.                                 
           
Ben önce insan, öğretmen, anne ve aydın bir yurttaş olarak yerimi almaya çalıştım, becerebildim mi bilemiyorum?


Sevgili Mükerrem, Sana verilen görev sonucu yapmaya çalıştığımız bu söyleşi zannederim yüz yüze olsaydı daha doğal olacaktı. Arada gereken yerlerde katılma olanağın olurdu. Bu durum da anlatıma olumlu katkı yapardı. Senin için yeterli oldu mu?  Benimle böyle bir çalışma yapmayı kabul ettiğin için çok mutlu oldum. Sağ ol. Yazım alanında yapacağın çalışmalarında başarılar dilerim.