Dünya Sağlık Örgütü tanımına göre sağlık şöyle tanımlanmıştır: “Sağlık sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir.” Bizler yakın zamana kadar sağlık dediğimiz zaman aklımıza ilk önce beden sağlığı getiriyorduk. Kronik hastalıklar, sakatlık ve benzeri hastalıklar. Ancak son zamanlarda yaygınlaşan ruhsal hastalıklar arttıkça dikkatimiz daha çok bu alana yöneldi.
Dünya Ruh Sağlığı Federasyonu tarafından 1992 yılından itibaren 10 Ekim, Dünya Ruh Sağlığı Günü olarak belirlenerek kutlanmaya başlandı. Öyle ki Sağlık Bakanlığı farkındalık oluşturmak için her yıl 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Gününde farklı temalar belirleyerek 81 ilimizde etkinlikler ve eğitimler düzenleyerek farkındalık oluşturmaya devam ediyor.
Artık hepimiz az çok ruh sağlığının hayatımızdaki etkisinin farkına vardık. En az beden sağlığı kadar ruh sağlığımızın da önemli olduğunu, hatta ruh sağlığımızın beden sağlığından yeri geldiği zaman çok daha önemli olduğunu kabul ettik. Şimdi hep birlikte bazı sorular soralım kendimize:
Ruh sağlığımız neden bozulur?
Ruh sağlığımızı nasıl koruyabiliriz?
Ruhsal bir hasta ile yaşamak nasıl bir şey?
Bu sorulara cevap vermek hiç de kolay değil aslında. Ruh Sağlığının tanımını yaparak başlayalım o zaman; bireyin duygu, düşünce ve davranışlarındaki iyilik hali, bunların hem birbiriyle hem de toplumla olan uyumu diyebiliriz. Tanımdan da anlaşılacağı üzere bireyin hem kendisi ile hem de içinde bulunduğu çevre ile ilişkisinin uyum içinde olması bekleniyor. Bu uyum bozulunca ruhsal hastalıkların ortaya çıkması kaçınılmaz oluyor.
Ruh sağlığımızın bozulmasının birden çok sebebi var elbette. Genetik faktörler, fiziksel travmalar, kullanılan ilaçlar, karşılaşılan zor bir yaşantı, ekonomik sebepler, ailevi sebepler ve daha pek çok sebep. Bu sebeplerin bir kısmını değiştirmek az da olsa elimizde. Ama genetik faktörler gibi sebepleri değiştirmek biraz güç.
Bu noktada bir konuya dikkat çekmekte fayda var. Özellikle ruhsal hastalığı olan bir birey ailesi tarafından başından atılmak veya bir aile kursun, yuvası olsun düşüncesiyle evlendirilebiliyor. Eğer evlendirilen kişi ruhsal hasta değilse hasta olan eşini idare etmeye çalışıyor hayat boyunca, kendi sağlığını kaybetmesi pahasına. Eğer evlendirilen kişi de ruhsal hasta ise ve bir de çocukları olunca iş iyice çığırından çıkıyor. O ailede büyüyen çocukların da ruhsal hastalık tanısı alması kaçınılmaz olabiliyor. Üstelik böyle bir ailede büyüyen çocuklar, ihmal ve istismar açısından oldukça riskli bir grupta yer alıyor. Bu tip ailede yaşayan çocukların üst soy bağları ve yeri geldikçe devlet tarafından çok daha fazla gözetim altında tutulması gerekiyor.
Birey bazen de geçirdiği bir kaza sonucu sakat kalıp, sonrasında ruhsal bir tanı ile karşı karşıya kalabiliyor. GATA Psikiyatri stajımda bir konu daha dikkatimi çekmişti. 20’li yaşlarda gençler askere gidiyor ve her ne oluyorsa pat diye ruhsal bir tanı alarak tedaviye getiriliyordu. Özellikle zor bir yaşantıyla karşılaşınca genetik bir yatkınlık da varsa ruhsal bir hastalık tanısının konulması kaçınılmaz oluyor.
Ruh sağlığımızı korumak için elbette yapabileceğiz çok basit yöntemler de var. Beden sağlığımız gibi ruh sağlığımızı da korumak için takviye edici gıdalara zaman zaman ihtiyaç duyabiliriz. Mesela D vitamini eksikliğinin depresyon benzeri belirtiler gösterdiğini bizzat kendim bile yaşadım. Yapılan araştırmalar belli gıdaların ruh sağlığımızı korumak için hatırı sayılır bir etkisi olduğunu ortaya koyuyor.
Bunların yanı sıra ruh sağlığımızı bozan çok önemli bir faktör daha var. Kendimize, ruhumuza iyi gelmeyen insanlarla aramıza mesafe koymak. Yeri geldiğinde karşımızdakine o sihirli sözcüğü söyleyebilmek. Bütün mesele “HAYIR” diyebilmek! Geçmişten gelen merhametli, yardımsever, her durumda fedakârca davranabilen bir yapımız var Türk toplumu olarak. Hem Türk hem Müslüman bir topluluk olarak.
Ama hata yapıyoruz. Başkalarına verdiğimiz değeri kendimizden esirgiyoruz. Başkalarına değer verip her koşulda kendi değerimizi ayaklar altına alabiliyoruz. Sonra ne mi oluyor? Ruh sağlığımız dört dörtlük bozuluyor. Sonrası psikiyatri servisleri, kronik hastalıklar, her türlü fiziksel hastalıklar ve benzerleri.
Ruhsal bir hasta ile aynı evde yaşayan kişiler çok iyi bilirler. Uzunca bir süre aynı evde yaşamak kişinin kendi ruh sağlığın da bozulmasına neden olabiliyor. Aslında işin çok kolay bir püf noktası var; tedavi olmak. Ancak psikiyatri polikliniğine gitmek hala toplumca kabul edilmekte güçlük çekilen bir durum ve hastalar genellikle hasta olduklarını kabul etmezler. Daha çok hasta yakınları tedavi ve destek almaya giderler.
Her ne kadar istenilen seviyeye gelmese de geçmiş yıllara göre elbette daha fazla kişi ruhsal bir hastalıkla karşılaşınca doktora gidiyor, ilaç kullanıyor. Tabi zaman zaman ilaçların dozu yetmiyor, arttıkça artıyor. Yine de hasta yeteri kadar iyileşemiyor. Bu nedenle ilaçların dozu yetmiyorsa, Hayırların dozunu arttırmak lazım o vakit. Ruh sağlığımız için, kendimiz için hepimizin sağlığı için… Saygılarla…