Bilmiyorum nedendir, toplum olarak bazı olayları ya yarım anlamak ya da hiç anlamamak gibi bir özelliğe sahibiz. Konu açık ve net: Risk altında olmadığınızı düşünseniz de her biriniz birer taşıyıcı adayısınız. Bu taşıyıcılık kendinizi olmasa bile çevrenizdekileri, sevdiklerinizi, ailenizi büyük tehlikeye sokuyor. Bundan dolayı anlaşılması gereken hadise, mümkün olduğunca şu kış günlerinde topyekün evde kalıp riskten uzaklaşmak. Dışarı çıkıyorsak, mecbursak da herkesin sağlığına saygı göstermeliyiz.
Dünya Sağlık Örgütünün koronavirüsü pandemi ilan etmesinin ardından ülkeler, çeşitli önlemler alarak bir savunma mekanizması oluşturmaya çalıştılar. Ne tesadüftür ki Dünya Bankasının, "koronavirüs görülen ülkelere maddi yardım yapılacak" açıklamasından hemen sonra ülkemizde ilk vakalar açıklandı ve bizler hala o akılcı, mantıklı, doğru olan uygulamaların devreye ne zaman sokulacağını bekliyoruz.
Koca bir yazı saklanan sayılarla, olması gerekenden çok uzak önlemlerle geçirdik. Vaka sayılarının her geçen gün artış gösterdiği ülkemizde şu ana kadar atılmış olan ilk somut adım, ilk bilimsel açıklama virüse yakalanmamak üzerine komedi bir cümle. Evet, virüse yakalanmadığınız sürece sorun yok. Peki, hala en az bir karantina süresince sokağa çıkma yasağının devreye sokulmamasının arkasındaki endişe nedir? Ekonominin dibe vurduğu, bilimselliğin yanından geçilmediği, tek kurtuluşun tevekküle bağlandığı noktada elbette ki tek sebep iktidar kaygısıdır.
Varlık dönemlerinde ülkeyi idare etmek kolaydır. Bol bol harcar, insanların gözüne perdeyi rahatça indirirsin ancak kriz zamanlarında kontrolü elde tutmak o kadar kolay olmayacaktır. Hele ki dibe vurmuş bir ekonominiz varsa, tabi ki asosyal devlet anlayışı evde kalan her bireye maliyet gözüyle bakar ve bu anlayış sokağa çıkmayacak kişi sayısının artmasını bilinçli olarak istemez, tercih etmez. Ekonomik çıkarlarına ve iktidarlarının devamlılığına hiç uymayan sokağa çıkma yasağı bu nedenle bir kazanç değil, kayıptır aslında. Onlar için önemli olan insan hayatı değil, bunu yapmanın ekonomik külfetidir.
Halbuki önlemlerin geciktirilmesi uzun vadede daha büyük bir kayıp, ekonomide daha büyük bir çöküşe sebep olacaktır. Günü kurtarma telaşında olanlar, yarın iktidar garantisi olmayanlardır.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de koronavirüs salgınıyla mücadele edilmekte. Yine ne büyük bir tesadüftür ki Dünya Sağlık Örgütü, vaka sayılarına göre aşı dağıtılacağını açıkladıktan sonra hasta ve ölü sayılarımız müthiş bir artış gösterdi. Bu sıkıntılı günlerde ister istemez gözler bazı kurumları arar oluyor. Konu sağlık ise elbette ki akla ilk olarak Türkiye'nin köklü kuruluşlarından biri, Kızılay, geliyor. Sahi nerde bu Kızılay? Hadiseler baş gösterdiğinden bu yana gören oldu mu?
Devleti idare edenlerin, memleketin durumuna dair hakiki bilgilendirme yapmak gibi mecburi yükümlülükleri bulunmaktadır. Kendilerine sorulan sorulara cevap vermekten kaçanların; yönlerini iftiraya dönmeleri, başkalarını hainlik ile suçlamaları, amaçlarının ülke sorunlarına çözüm üretmek değil sahip oldukları koltukların bekalarını devam ettirmek olduğunu hepimize göstermektedir.
Diyanet İşleri başkanımız konuşmalarında, "tedbir bizden, takdir yüce Allah'tandır." diyor. Şimdi şunu sormak hakkımız değil mi? Hükümet küresel salgına karşı ne tür somut tedbirler aldı, hadise bilindiği halde umreden dönenlerin kaçına test yapıldı, koskocaman bir yaz gerçekler
gizlenirken virüsün artış göstermemesi için hangi ciddi adımlar atıldı ki sizler dua ile virüsü savmaya, yaradanın takdirine sığınmaya koyuldunuz?
Günlük kazançlarıyla geçinen milyonlarca insan var bu ülkede. Pandemi sürecinin ne kadar daha devam edeceği tamamen belirsiz. Sonu muallak bu yolda zamlarla, vergilerle iyice boğulan insanlar geçimlerini nasıl sürdürecek, ailelerinin yaşamını nasıl idame ettirecekler? Bunu görmezden gelmek hangi ideolojiye, hangi vicdana, hangi dine sığıyor?
Dünya Sağlık Örgütünün koronavirüsü pandemi ilan etmesinin ardından ülkeler, çeşitli önlemler alarak bir savunma mekanizması oluşturmaya çalıştılar. Ne tesadüftür ki Dünya Bankasının, "koronavirüs görülen ülkelere maddi yardım yapılacak" açıklamasından hemen sonra ülkemizde ilk vakalar açıklandı ve bizler hala o akılcı, mantıklı, doğru olan uygulamaların devreye ne zaman sokulacağını bekliyoruz.
Koca bir yazı saklanan sayılarla, olması gerekenden çok uzak önlemlerle geçirdik. Vaka sayılarının her geçen gün artış gösterdiği ülkemizde şu ana kadar atılmış olan ilk somut adım, ilk bilimsel açıklama virüse yakalanmamak üzerine komedi bir cümle. Evet, virüse yakalanmadığınız sürece sorun yok. Peki, hala en az bir karantina süresince sokağa çıkma yasağının devreye sokulmamasının arkasındaki endişe nedir? Ekonominin dibe vurduğu, bilimselliğin yanından geçilmediği, tek kurtuluşun tevekküle bağlandığı noktada elbette ki tek sebep iktidar kaygısıdır.
Varlık dönemlerinde ülkeyi idare etmek kolaydır. Bol bol harcar, insanların gözüne perdeyi rahatça indirirsin ancak kriz zamanlarında kontrolü elde tutmak o kadar kolay olmayacaktır. Hele ki dibe vurmuş bir ekonominiz varsa, tabi ki asosyal devlet anlayışı evde kalan her bireye maliyet gözüyle bakar ve bu anlayış sokağa çıkmayacak kişi sayısının artmasını bilinçli olarak istemez, tercih etmez. Ekonomik çıkarlarına ve iktidarlarının devamlılığına hiç uymayan sokağa çıkma yasağı bu nedenle bir kazanç değil, kayıptır aslında. Onlar için önemli olan insan hayatı değil, bunu yapmanın ekonomik külfetidir.
Halbuki önlemlerin geciktirilmesi uzun vadede daha büyük bir kayıp, ekonomide daha büyük bir çöküşe sebep olacaktır. Günü kurtarma telaşında olanlar, yarın iktidar garantisi olmayanlardır.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de koronavirüs salgınıyla mücadele edilmekte. Yine ne büyük bir tesadüftür ki Dünya Sağlık Örgütü, vaka sayılarına göre aşı dağıtılacağını açıkladıktan sonra hasta ve ölü sayılarımız müthiş bir artış gösterdi. Bu sıkıntılı günlerde ister istemez gözler bazı kurumları arar oluyor. Konu sağlık ise elbette ki akla ilk olarak Türkiye'nin köklü kuruluşlarından biri, Kızılay, geliyor. Sahi nerde bu Kızılay? Hadiseler baş gösterdiğinden bu yana gören oldu mu?
Devleti idare edenlerin, memleketin durumuna dair hakiki bilgilendirme yapmak gibi mecburi yükümlülükleri bulunmaktadır. Kendilerine sorulan sorulara cevap vermekten kaçanların; yönlerini iftiraya dönmeleri, başkalarını hainlik ile suçlamaları, amaçlarının ülke sorunlarına çözüm üretmek değil sahip oldukları koltukların bekalarını devam ettirmek olduğunu hepimize göstermektedir.
Diyanet İşleri başkanımız konuşmalarında, "tedbir bizden, takdir yüce Allah'tandır." diyor. Şimdi şunu sormak hakkımız değil mi? Hükümet küresel salgına karşı ne tür somut tedbirler aldı, hadise bilindiği halde umreden dönenlerin kaçına test yapıldı, koskocaman bir yaz gerçekler
gizlenirken virüsün artış göstermemesi için hangi ciddi adımlar atıldı ki sizler dua ile virüsü savmaya, yaradanın takdirine sığınmaya koyuldunuz?
Günlük kazançlarıyla geçinen milyonlarca insan var bu ülkede. Pandemi sürecinin ne kadar daha devam edeceği tamamen belirsiz. Sonu muallak bu yolda zamlarla, vergilerle iyice boğulan insanlar geçimlerini nasıl sürdürecek, ailelerinin yaşamını nasıl idame ettirecekler? Bunu görmezden gelmek hangi ideolojiye, hangi vicdana, hangi dine sığıyor?
Tamda söylenmesi gerekenleri yazmışsın tebrikler
Her şey değişir. Değişmeyen tek şey değişimdir. Heraklitos. Bir şeyin değişmesini istemeyen,değişirse çıkarından doğru hesabın dandır. Ne mapuslar gördü bu ülkenin insanları. Ama bir mapus vardır ki beyninizi karakola teslim eder.Yaşıyor gibi yer içer,senli-benli gibi avare avare dolaşır.Kelime sayısı kadar yaşar.Tebrik ederim.
Ülkeyi yönetenler sorun çözmeyi değil iktidarlarını sürdürmeyi hedef aldılar. Sayılar düşük göstererek sahte bir başarı hikayesi yaraymak istediler. Sonunda her şeyi yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Yine halka yalan söyleme yoluna gidiyorlar. Pandemi nedeniyle can kaybı açıklananın çok üstünde. Gerçek halktan niçin saklanır anlamış değilim.
TEBRİKLER. Kalemine yüregine sağlık .
Yüreğine sağlık kardeşim
Seni cani gönülden alkışlıyorum tam isabet
TEBRİKLER
Harika bir yazı tebrik ederim oğlum eline yüreğine sağlık .