Eğitim, öğretime ara verdi okullar. Karnelerini alan çocukların kimi neşeli kimi hüzünlü. Yine de tatile girmenin mutluluğu içindeler. Öğretmenler, yaz dinlencesine girmenin sevinci içindeler. Zor koşullar ve baskı ortamında görev yapmaya ara verdiler onlar da .
Eğitim olmasa da, öğretim yapılmasa da yine okula gidiyor çocuklar. Öğretmensiz okullar. Kalabalık sınıflar. İkili, üçlü öğretim. Sabahın kör akşamın alaca karanlığında her türlü tehlikeye açık geliş gidişler. Yeteneklerini geliştirecek resim dersi yok, müzik dersi yok, spor dersi yok. Bilgi dağarcığını artıracak kitaplık yok. Düşündürecek felsefe dersi yok.
Salt ezbercilik. Yarış atına çeviren sınavlar. Nasıl öğrenecek bu çocuklar, doğa sevgisini, yurt sevgisini.? Nasıl öğrenecekler anaya babaya saygıyı, küçükleri sevmeyi? Nasıl öğrenecekler soru sormayı, sorgulamayı, hakkını aramayı?
Öğretmen yetiştiren kaynaklar kurutuldu. Köy Enstitüleri, Yüksek Öğretmen Okulları, Eğitim Enstitüleri, İlköğretmen Okulları kapatıldı, kaynak kurutuldu. Nitelikli öğretmen yetişmez oldu. Ama öğretmenlik öylesine kutsal, öylesine yüce bir meslektir ki. Koşullar ne denli zor olsa da, ne denli elverişsiz olsa da öğretmen kendi kendini yetiştirmesini bilir. Sanatçıdır öğretmen. Ressam olur, müzisyen olur, heykeltraş olur. Biçim verir öğrencilerine. Bilim insanıdır, eğitimcidir. Her birin çocuğun halinden anlar. Gözünden anlar çocukların ruh halini. Bir eğitimbilimci olarak yaklaşır onlara. İnsanlık dersi verir çocuklara, çocuklarının anne ve babalarına.
En iyisi yaşanmış bir olayı ve örnek alınacak bir öğretmenin öyküsünü anlatayım sizlere. Siz hak verin bana.
“Üzmüşler çocuğu, diğer çocuklar. “Senin baban çöpçü, sen de pis kokuyorsun” demişler.
Vicdan duygusu tam gelişmemiştir okul öncesi çocuklarında. Zaman zaman böyle acımasız olabilirler. Kırmışlar yavrucağın kalbini.
Konuştum babayla. Çok üzüldü, çocuğunun üzülmesine. Dağ gibi adam gözyaşlarını ilk kez ayırdı gözlerinden belki de.
“Üzülmek yetmez dedim, bir planım var. Dahil olur musun?”
Kabul etti seve seve
“Pis ülke” oyunu oynattım çocuklara bir gün. Türetilmiş (uydurma) bir oyun. Ne bulduysak attık yerlere. Bu arada “kötü koku spreyi” sıktık sınıfa, çocuklar görmeden tabii. Birazdan sınıf dayanılmaz bir kokuya karıştı.
Dedim niye böyle oldu?
Dediler "öğretmenim çöplerden, pislikten."
Durun dedim, bakın kapıya, biri gelecek, kurtaracak bizi bu pislikten, kokudan, büyüleniyor sanki. Bak bak bitiremiyorlar. 1.90 boy. Heybetli mi heybetli çöpçümüz.
Başlıyor hemen temizliğe. Ben de pencereleri açıyorum hemen. Temiz hava nüfuz edince etkisini yitiriyor kötü koku spreyi. Yardımcı öğretmenimiz de yasemin kokulu oda spreyini sıkıyor birkaç fıs fıs. Çocukların gözü bizi görmüyor zaten. Ama içlerine doluyor mis gibi çiçek kokusu.
Sonra yarım ay düzeninde oturuyoruz çöpçünün karşısına. Konuşuyor prova ettiğimiz gibi.
“Çöpçüyüm ben” diyor. “Siz sabahları uyurken daha, ya da gece yarısı mahallenizin çöplerini topluyorum. Arkadaşlarım da var. Onlar da topluyor. Çöpler toplanmasa sokaklardan, her yer bugün sınıfınızın koktuğu gibi kokar. Çöpçülük zordur çocuklar. Çok zor iştir.”
Anlatıyor uzatmadan. Kısa, öz, keskin. Anlattıkça daha da büyüyor adam.
Nasıl dinliyorlar anlatamam. Gözlerini hiç ayırmadan. Hele oğlu. Gurur duyuyor babasıyla ve her sözünde hayran oluyor ona. O bakışa ömür verilir inanın bana.
Sonra fotoğraf çektiriyoruz hepimiz kahramanımızla. Alkışlarla ve aşkla uğurluyoruz çöpçümüzü. Bir baba, bir oğul. Tedavi edilmiş iki yürek. İşimiz bu. Yüreğe dokunmak.
Hanımlar, beyler! Bir çocuğun alın teriyle para kazanan babasının mesleğinden utanmasına dayanamam. Dayanırsam, öğretmen olamam.
Ertesi sabah soruyor birkaç veli. “Bizim çocuk akşamdan beri büyüyünce çöpçü olacağım diyor. Siz ne öğretiyorsunuz bu çocuklara Allah aşkına?”
Gülümseyerek cevap veriyorum, “İnsan olmayı öğretiyoruz.”
Öğretmen olmak zor iş. İnsan olmak daha da zor. Önemli olan zoru başarmakta.