Kırk gündür evdeyim. Zamanı boş geçirmek değil dolu dolu değerlendirmek istiyorum. Günlük gazeteleri düzenli okuyorum. Elimden kitap düşürmüyorum. Akşam haberlerini kaçırmıyorum. Arta kalan zamanlarda dostlara telefon ediyor, bilgisayarla iletişime geçiyorum. Televizyon kumandası ile kanaldan kanala geziniyorum. İlgimi çekecek izlenceler arıyorum. Sonunda gözlerim bir noktaya takıldı. Fakir Baykurt’un kızı Işık Baykurt ile bir söyleşi vardı. İlgimi ve merakımı çeken bir izlence bulmuştum. İzlemeye başladım.
Geçmişe daldım. Köy Enstitülü yazarları ve onların öncülük ettiği köy romanlarını anımsadım. Bizlere okuma sevgisi aşılayan, yolumuzu aydınlatan yazarlardı. Onların romanlarıyla, öyküleriyle köy gerçekliği ile yüz yüze geldik. Köyde doğmuş, köyde yetişmiş biri olmamıza karşın köye ve köylüye bakış açımızı genişletiyorlardı. Anlatılanlar, yaşadıklarımızla örtüşüyordu ama anlayışımız değişiyordu. Mahmut Makal’ın ‘’Bizim Köy’’ adlı romanıyla başlayan yolculuğumuz Yaşar Kemal’in İnce Memed’i, Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü ile sürüyordu. Romanları su gibi okuyor, içimize sindirmeye çalışıyorduk.
Neler yoktu ki romanlarda? Köylerin geri kalmışlığı, köylülerin yoksulluğu, feodal düzenin, ağalığın baskısı ve bu baskılar altında ezilen, boğulan umarsız insanlar. Yoksulluğu alınyazısı olarak görmeyen, ağa baskısına, yoksulluğa direnen kahramanlar vardı içlerinde. Ağalığa, ağaların zulmüne, yoksulluğa, adaletsizliğe başkaldırıyorlardı. İnce Memed’in Abdi Ağa’ya başkaldırışı köylüler için bir umut olmuştur.
Fakir Baykurt’un romanlarında da aynı direnişi, aynı mücadeleyi görürüz. Yılanların Öcü’nde adaletsizliğe, haksızlığa bir anıt gibi karşı duran Irazca, Tırpan romanında varsılların egemenliğine kafa tutan Uluguş, Onuncu Köy ’de ağalığa karşı direnen ve bu yüzden o köyden öteki köye sürülen Durani öğretmen, bu direnişin somut örnekleridir. Korkmazlar, geri adım atmazlar. Yüreklice verirler mücadeleyi. Zulümler, baskılar, sürgünler, döndüremez onları gittikleri yoldan. Fakir Baykurt’un kendi yaşamı böyledir. Onu hep mücadele içinde gördük, tanıdık. Öğretmen örgütlenmesinin hep içinde ve hep ön saflarda yer aldı. Onun ışığı aydınlattı yolumuzu.
Sanatın estetik yönü var elbette. Güzelliği öne çıkaran, güzel duygular kazandıran özelliğinin yanında direniş yönü daha güçlü bence. Örneğin Bizdeki yaygın adıyla “Rodrigo’nun Gitar Konçertosu”…Hepimiz keyifle dinleriz. Öyküsünü anlatayım kısaca.
17 Temmuz 1936’da İspanya bir iç savaşa sürüklendi… Bir yanda Hitler ve Mussolini destekli General Franco’nun komutasındaki faşist güçler. Öte yanda Halk cephesi. Bir yanda Alman Nazi ordusunun bombardıman uçakları… Mussolini’nin askerleri… Ve faşist İspanya ordusu… Diğer çeşitli partilerin bir araya gelerek oluşturduğu ve halkın desteğiyle iktidara gelen İspanya Halk Cephesi… Dünyanın pek çokülkesinden destek için gelenler.
Üç yıl süren ve büyük yıkıma yol açan İç Savaş Halk Cephesi’nin yenilgisiyle sonuçlandı… Ve İspanya’da Franco’nun, 1975 yılında ölümüne kadar 40 yıl sürecek olan, diktatörlük dönemi başladı.
İşte, bu ünlü konçerto bu dönemi anlatır…
İspanya iç savaşı sırasında ve sonrasında Franco diktatörlüğünün halkına çektirdiği acıları, zulmü anlatan ve Faşizme karşı direnen devrimcilerin coşkusunu içeren bu muhteşem konçerto’yu Rodrigo görmez olduğu için bölümler halinde eşine yazdırmıştır.
68 ve 78 kuşağından Rodrigo’nun Gitar Konçertosunu ezbere bilmeyen yoktur sanırım. Nedenini de hepimiz biliriz. İdama giderken son arzusu bu konçertoyu dinlemek olan bir yiğitten, Deniz Gezmiş’ten sözediyorum…
Ah Corona! Nerelere götürdün yine. Biz de sana karşı direneceğiz böyle. İnce Memed gibi, Irazca gibi, Uluguş gibi, Durani öğretmen gibi karşı koyan, direnen tüm sağlık çalışanlarına selam olsun.
Kaleminize,yüreğinize sağlık.Işık Baykurt'un söyleşinin bir yerinde ''Şimdikiler, zamanında Fakir Baykurt'u bilselerdi,Irazca'yı okuyup anlasalardı böyle mi düşünürlerdi,yine böyle duyarsız olurlar mıydı ?'' diyerek günümüze bağlaması da takdirlik.