Siyasi parti liderlerinin sanatla ilgilenmesini, sanatla uğraşmasını çok isterdim hep. Roman, öykü yazmaları, resim yapmaları, enstrüman çalmaları, bir oyunda rol almaları ne güzel olurdu değil mi? Bırakın bu sanatların herhangi biriyle uğraşmalarını. Bir tiyatroya, bir konsere, bir sergiye bile gitmeleri yeterliydi benim için.
Niçin isterdim bunu? Sanat güzelliktir, sevgidir, saygıdır. Emektir sanat. Emeğe saygı duymaktır. Güzelliklerden zevk almaktır. Yaşama sevinci aşılamaktır sanat. Bu nedenlerle sanata ilgi duyan, sanatsever bir siyasetçi emekliye de saygı duyar, emekçiye de. Yoksulun halinden anlar. Demokratik haklarını kullanmak isteyenlere şiddet uygulamaz. Hak arayanlara, hak arama mücadelesi verenlere hoşgörüyle yaklaşır. Bunun için isterim siyasetçilerin sanatla uğraşmalarını.
Sonunda yeni yıla girerken bu dileğim gerçekleşti. Sanatla uğraşan bir siyasetçiyi tanıma olanağı buldum. Emeklilerin haklarını arayan, bunun için emeklileri bir çatı altında toplamaya çalışan Metin İMER.
Metin İMER, bir işçi emeklisi. Tekel'den emekli olmuş. Sanat yaşamına şiirle başlamış. Sonra öykü, deneme, oyunculuk, oyun yazarlığı ile sürdürmüş bu alandaki çalışmalarını. Çeşitli gazete ve dergilerde yazıları çıkmış. Anlayacağınız çok yönlü bir sanatçı ve sanatsever. Kutlanacak bir kişilik, kutlanacak bir uğraş.
Ben, bu sanatçı kişilik ve sanatsever ile bir kitabını okuyarak tanıştım. Kitabının adı " DENİZİ GÖRMEYEN AÇ MARTILAR." Öyküler kitabı. On üç öyküden oluşuyor. Gerçek yaşamda var olan gerçek kişiler, öykü kahramanları. Öykü, yaşamın kendisi değil midir zaten? Tanımını yaparken, gerçek ya da gerçeğe uygun olayları yer, zaman ve kişi belirterek anlatan yazı türüdür, deriz. Bu kitapta da kişiler hep gerçek kişilerdir. Mahallede, sokakta, okulda, her yerde karşılaştığımız insanlardır bunlar.
Beyoğlu'nun arka, dar ve karanlık sokaklarında yaşam savaşı veren insanlarla karşılaşırız öykülerde. Öyküler, çoğunlukla İzmir'de yaşanır. Çünkü İzmir'de yaşar öykücümüz. Kimileyin kendi yaşamından kesitler sunar yazarımız. Kimileyin çevresinde yaşayan insanlardır kahramanlar.
Örneğin emeklilik sonrası, yeniden çalışmak zorunda kalan Sabri'dir. Genç yaşta dul kalan, tek çocuğuyla yaşama tutunma savaşı veren Fatma’dır. Adam çarpmak, dolandırmak, kendini başkalarına acındırıp birilerinden para koparmayı meslek edinen Çalım Reşat. Ne denli gerçek kahramanlar değil mi?
Öykülerin konuları da öyle. Mahallemizde, sokağımızda, apartmanda hep rastladığımız türden olaylar. Yalnız ve yaşlı kadın Neriman’ın ev içinde kapıldığı duygular, başıboş ve amaçsız gelgitlerini birlikte yaşarsınız. Aile içi kavgalara, geçimsizlik, yoksulluk, yaşanan evlere tanık olursunuz. Çelimsiz, hastalıklı insanların hastane koridorlarında yaşadıklarına tanıklık edersiniz. Okullarda varsıl çocukların yoksul çocuklara yaklaşımlarını, ergenlerin birbirlerine üstünlük taşlama çabalarını okursunuz.
'Boyayalım abiler" adlı öyküsünde " Boya sandığını almakla babam bana, hayatı ve emeği öğretmişti" diyerek ev ekonomisine katkı sağlamak için ayakkabı boyacılığı yaptığı günleri anımsar. Yaşamın ve emeğin değerini, kutsallığını daha okul çağlarındayken öğrenir. Emek mücadelesi o günlerde başlar. Bu öykü bana Sait Faik'in " Gün ola harman ola" öyküsünü ve bu öykünün kahramanı Mercan Usta'yi anımsatır. Aralarındaki tek fark Mercan Usta'nın boya sandığı çok gösterişlidir. Yazarın ki ise çalınmıştır. "Oysa çalınmasaydı eğer, onu bir köşemde onur anıtı gibi tutar, baş tacı ederdim" diyerek ne denli önemsediğini anlatır.
Kendinizden bir parça bulmak, gerçek ve yaşanmış olayları yeniden yaşamak istiyorsanız bu kitabı mutlaka okuyun. Emeklinin, asgari (en az) ücretle çalışanın duygularına ortak olmak isteyenlere öneriyorum. Elinize aldığınızda bir solukta okuyacağınız bit kitap " Denizi görmeyen aç martılar".
Toplumsal gerçekçi yazınımıza önemli bir yapıt kazandıran Metin İMER 'i yürekten kutluyorum. Yazın ve siyasal yaşamında başarılar diliyorum.