NE YAPMALIYIZ? (3)
Yazarımız Zeki BAŞTÜRK, Vehbi MUTLUGELDİ’nin keyifle okuyacağınız yazı dizisini siz okurlarıyla paylaşıyor.
Arabistan, Çanakkale, Filistin, Galiçya, Garp, Irak, Makedonya, Romanya, Kafkasya cephelerinde bir oyana bir bu yana koşturan Osmanlı askerleri artık sıfırı tüketmek üzeredir.
Hasan Pulur’un deyimi ile Durak Ağa’dan son çocuğunu da askere isteyen vali için "Vali paşa, git padişaha söyle, ben artık elden ayaktan düştüm, yaşlandım, benim şeyime güvenip ona, buna savaş açmasın!" demesi Osmanlı’da sonun tüketilmesidir.
Bu deyim nüfusun % 85 e yakını köylü olan Osmanlı’da artık savaşacak insan kalmamıştır, halk bitkindir, perişandır, yarı açtır. Zorlama ile askere gitmek istemeyenler ise dağa çıkmaktadır. Bunun aynısı Rus köylüsü ( Mujik) içinde geçerlidir. Her iki ülkede de sefillik artık isyan boyutundadır.
Çanakkale savaşı ile Rusya’da yayılan devrim imparatorluğu yok ederek Sovyetlere dönüşecektir. 1. Dünya savaşındaki ağır yıkımlar, İspanya da başlayan pandemi ise bunun tuzu biberi olacak halklar artık savaşmaktan bitap düşmüştür. Egemen devletler savaşta istedikleri birçok başarılar kazanmış ama iki devletin bağımsızlığını önleyememiştir, bunlar Sovyetler ve Türkiye’dir.
Bağımsızlığını kazanan bu iki devlet planlı kalkınma ile hızlı sanayileşme ve büyüme sağlamışlardır. Sağlıklı ve kalıcı büyüme, kalkınma içinde eğitim seferberliği uygulamalıdırlar. Her iki devlet de ağırlıklı nüfus kırsalda yaşamaktadır, iki temel sorun vardır, iyi YETİŞMİŞ İŞ GÜCÜ. Tek yolu eğitimdir, çocuk ölüm oranları düşürülerek iyi yetişmiş nüfus artışı sağlanmalıdır, bir taşla iki kuş.
%80-85 i Kırsal kesimde yaşayan Türkiye’de; kalkınması için eğitim- sağlık politikalarına programlarına, ihtiyaç vardır. Bu nedenle bağımsız eğitim politikası ile Türkiye şartlarına uygun okullar açılmalıdır, bu okulların adı da köy enstitüleridir. Okullarla; eğitilmiş, çocuk ölüm oranlarını düşürerek nüfusunu arttırmış bir Türkiye hedeflenmektedir, bu nüfus aynı zamanda cumhuriyet ve bağımsızlık politikalarına da uygun olmalıdır. “…Köy Enstitüleri ilkesi, bu pratik ilke tamamıyla bizimdir. Taklit değildir. Türkçe buluştur. Benzersizdir. Çünkü millet sevgisi gibi bir kaynaktan ilhamını almıştır. Pedagoji kitapları yazmaz, klasik pedagoji bilmez. Bilmezler, çünkü bir eğitim kuramı değil, ulusal bir kalkınmanın temel ilkesidir ve onun gerçekleşmesi, hayata geçmesi atılımdır…” Hasan Ali YÜCEL.
Enstitünün temelinde yaparak, yaşayarak öğrenme yatar. Onları temrini okullar ve sınıflardır, bunları tek tek kendi elleri ile yaparlar daha sonra ise uygulama alanı tarlalardır. Bölgelere uygun tarımsal eğitimi içeren dersler görürler. Bizzat tarım alanında uygulama yaparlar, köyde tarım için gerekli olan kaynakçılık, demircilik gibi benzer dersleri de alırlar.
Gözlem, deney, inceleme, araştırma, tartışma gibi öğrenme tekniklerine geniş yer verilmiştir. Onları düşünmeye, sorgulamaya, doğruları ve gerçekleri akılcı bir yol ile araştırmaya özendirici bir nitelik gösterilmektedir, bu aynı zamanda iş sevgisini, çalışana saygıyı, iş sorumluluğu gibi soyut kavramların yaparak, yaşayarak ve gözlemleyerek öğrenilmesini yaratır. İş eğitimi le birlikte pedagoji dersleri alarak ilerde ki öğretmen özelliğine kavuşturulmuşlardır. Okudukları klasikler ile sorgulamayı- soru sormayı- neden, niçin gibi kavramların sorgulanır olduğunu görmeleri- yaşamaları öz güvenlerini arttırmıştır. Haftalık ders programlarının yarısı kültür diğer yarısı ise uygulamalı dersleri içermektedir.
Okullardan uygulamalı eğitim almış, pedagojik bilgi ile donatılmış yepyeni bir insan yaratılarak cumhuriyetin öğretmenleri, sağlık görevlileri yaratılmıştır.
Her öğrenci tarım dersleri yanında, pozitif bilimleri, mantık dersi alarak da sorgulamayı öğrenmişlerdir, klasik kitaplar yanında her bir öğrenci en az bir çalgı aleti çalmayı öğrenmiştir. Kafasında bit, beyninde ise bin bir düşünce ile okullara gelen öğrenciler birer cumhuriyet öğretmeni, sağlık görevlisi, öz güveni ile köylerine dönmüşlerdir.
Köyümüze komşu olan köy 200 haneye yakındı ve köyde sağlık ocağı mevcuttu. Sağlık ocağı yanında da sıhhiye için tam daire olan bir konut yapılmıştı. Yılar sonra bile o binalar dimdik ayaktaydı. Kurtuluş savaşından beş kuruşsuz çıkan bir ulusun köyünde 1940 larda sağlık ocağı, köy enstitülerin ve cumhuriyetin başarısıydı. Her başarı cezasız kalamaz mantığı ile 46-47 de ABD ile yapılan ikili anlaşmalar ile Türkiye bağımsız eğitim politikasını kaybedecek ve onu yaratanların görevden alınması ile tarihe karışacaktı.
Köy enstitüsünün yaşadığı yıllarda kalkınmada dünyanın ilk 10 ülkesinden biri olacak diye düşünülen ülkemiz ne durumdadır?
Gelinen nokta da umudunu yitiren bir gençlik, değersiz bir para birimi, borç içinde yüzen bir ülke, dış açık, bütçe açıkları, yüksek enflasyon ve yüksek faiz.
Acaba böyle mi olmalıydı?
Peki biz nasıl bir eğitim ile önümüzü aça biliriz, bunları da bir sonraki yazımda ele alacağım.
Sağlıcakla kalınız.
25/06/21// V.Mutlugeldi.