Eylül sadece bir ay değildir. On iki evlatlı bir ananın en hüzünlü, en kırılgan, en nahif çocuğudur. Hazan mevsiminin, hüzünlü yavrusudur Eylül. Kardeşleri onun gelişini saygıyla selamlarlar. O takvimlerin düşesidir. Ayların sarı saçlı, nazlı prensesidir.
Eylül canlılıktır, başlangıçtır, kavuşmadır. Okullar açılır. Öğrencilerin sevinçleri kaplar her yeri. İyice uyuşmaya başlayan havaya canlılık, renk gelir. Kuş cıvıltılarına karışır neşeli ve heyecanlı sesleri. Çocuklar ve aileler sokaklara dökülürler. Karıncaların yuvalarına çekilmesine nazire yaparcasına. Kasvetli sokaklar, sırtında çantaları, çalışkan çocuklara kalır. Okullardan yayılan ışıklara doğru, kendileri küçük, yürekleri büyük çocukların minik adımlarıyla bir yürüyüş başlar.
Eylül değişimdir. Görevini tamamlayan yeşil yapraklar utanmışçasına kızarıverirler, yanakları al al olur usulca. Ardından altın sarısına dönerler. Yeşil ile sarı, harman olup renk cümbüşüne döndürürler cümle alemi. Akıbetlerini belirleyecek bir serin rüzgâr beklerler. Onları özleyen toprağa kavuşmak için. Yaprakların ve çimenlerin üzerini, bir çocuğun düşünceleri kadar saf ve temiz sabah çiyleri kaplamaya başlar. Belki de son günlerine yaklaşmanın kederiyle döktükleri gözyaşlarıdır; sabah güneşinde şeffaf boncuklar gibi parlayan damlalar.
Eylül berekettir. Salkımlarında üst üste binerler, renk renk, çeşit çeşit üzüm taneleri. Arıların çiçeklere cokuştuğu gibi. Bal olur damlarlar, sığmazlar çeperlerine. Meyvelerin bin çeşidi tatlanır, ballanır, dolar taşarlar. Anadolu’nun cefakâr insanı, sessizce ve hürmetle doldurur kilerlerini, küplerini. Bereketli toprak ananın cömertçe verdikleriyle.
Ve Eylül ayrılıktır. Uzak memleketlerde okuyan öğrencilerin yollara dökülme vakti gelip çatmıştır. Ilık, rüzgârlı ya da serin, yağmurlu bir günde; henüz on bir yaşındaki çocukların yatılı okullarına giderken akıtamadıkları gözyaşlarının yerine, kavak ağaçlarının yaprak dökmesidir Eylül.