Bir bebek, henüz konuşamıyor. Ağlıyor, sadece ağlıyor. Onun yürekleri yakan ağlamasını duyacak kimse kalmamış. O İse bunun farkında değil. Elinden başka da bir şey gelmiyor. Annesinin gelip ona sarılmasını, kucağına alıp kaldırmasını istiyor.
Bir çocuk, yeni çıkarılmış göçükten. Üzerinde doğru dürüst elbise yok. Titriyor. Gözlerinde korku, gözlerinde hüzün, gözlerinde çaresizlik var.
Bir nine, yaş yaşamış, güngörmüş; acı da çekmiş, mutlu da olmuş. O yılları tüketirken yıllar da onu tüketmiş. Her çektiği acının izini çizmiş yüzüne. Kırış kırış olmuş suratı. Kara, kapkara felaketin ülkenin üzerine kâbus gibi çöktüğünü duyunca sızlıyor ihtiyar yüreği. Biz koca bir aileyiz, ayrı yerlerde yaşasak da aynı atıyor nabzımız. Satıyor düvesini.
Bir ihtiyar, aksakallı, nur yüzlü. Yılların hayalini gerçekleştirmek için biriktirmiş parasını. Umreye gidip kutsal toprakları görecek. Acı haber ona da ulaşıyor. Depremzedelerin onun parasına ihtiyacı var. Günler kara, günler soğuk. Hiç düşünmüyor, tereddüt etmiyor.
Bir çocuk, harçlıklarını atmış kumbarasına. Biriktirdiği paralarla hangi hayalini gerçekleştirecek kim bilir? Kendisi küçük olsa da yüreği kocaman. O da bu milletin bir evladı. Onun hayalleri biraz daha bekleyebilir. Acil, daha acil ihtiyacı olan çocuk var, çocuklar var.
Bir rüzgâr esiyor ılık ılık, ülkenin her yerinden deprem bölgesine doğru. Birbirinden haberi olmayan çocuklar, nineler, dedeler ellerinden geleni rüzgâra doğru savuruyorlar. Biliyorlar, gidecek ve yerin yedi kat altındaki dilsiz bebeğe, kimsesiz kalmış çocuğa, can olacak. Yeşerecek yıkılan umutlar, o yavruların avuçlarında. Yurt olacak yuva olacak.
Biliyorum, bu da geçecek. Acıtarak, kırarak, yıkarak geçecek. Buna da alışacağız. Nelere alışmadık ki? Zor olacak, çok zor olacak ama alışacağız. Biz büyük bir milletiz. Güneydekinin eline diken batsa kuzeydeki acı duyar. Doğudakinin canı yansa batıdaki acı çeker. İşte insan olmanın, büyük millet olmanın ilk kuralı bu değil midir? “Birlikte ağlayıp, birlikte gülebilmek.”