Kentten-Köye projesi…
Batı Anadolu illerinden birinin köyünü gezmek istedim. Köyün girişinde “ekolojik yaşam çiftliği” tabelası atında demir parmaklıklarla örülmüş ve kapı ile kapanmış bir alan gördüm. Merak ettim. Ne olduğunu görmek istedim. İzin verdiler içeri girdim. Alanı bir günde gezemezsin. O kadar geniştir. Birkaç hektar büyüklüğünde, parsel parsel bölünüp çitlerle korunmaya alınmış sebzelikler, her sebzenin ayrı bir yerine, dikilmiş fidanlıkları var. Ahirinden kümesine kadar her hayvana ayrılmış bir kafes, kazından tavuğuna ve koyunundan ineğine kadar değişik evcil hayvanları mevcut. Köylü burayı bir çiftlik haline getirmiş, kiralamış. Bunun müşterisi çoğunlukla diş ülkelerden geliyor. Müşteri beş altı aylığına çiftliği kiralıyor, sahibinden anahtarı teslim alıyor. Hem hobisini geliştiriyor hem de tatilini yapıyor. Sahibi de para kazanıyor.
Köyde olması gereken bir yaşantıyı yok ettik ve şimdi buna benzer sıra dışı uygulamaları özler hale geldik.
Sadece bu değil tabi, köy hayatını çekici hale getiren. Bugün şehrin stresinden bunalan, kötü havayı solumak istemeyende( gerek iç turist ve gerek dış turist) doğal yerlere kaçıyor, doğa ile iç içe yaşayıp tatilini yapmak istiyor. Doğal, organik bir yaşam, otantik ahşap evlerdeki bir gecelik konaklamaya dünyanın parasını veriyor.
Geçmişte gerek eğitim alanında ve gerek ekonomik olarak köylere yatırım yapmak ve geliştirmek için bir sürü projeler yapılmış ve uygulamaya konulmuştur. Sadece öğretmen olarak değil, doktor, hemşire, veteriner, marangoz, aşçı ve diğer sanatları yerinde icra etmek, onların eğitimini vermek için Köy enstitüleri kurulmuştur. Kalkınmayı köyden başlatmak için Köy-Kent projeleri uygulamaya konulmuştur. Ama sanayinin şehir merkezlerinde yoğunlaşması, çalışana ihtiyaç duyulması üzerine bu projeler yarım kalmıştır. Buna ek olarak eğitimin birleştirilmesi adı altında taşımalı eğitime geçiş yapmakla köyler terk edilmiştir. Vatandaş artık köyleri boşaltıyor, çocuğunun peşinden şehre göçüyor. Bu da doğrudan tüketim ve beton ekonomisine yönelmeyi gerektiriyor.
Dedem ve babamdan eski köy yaşantıları hakkında duyduklarıma göre; eskiden halkın çoğunluğu köylerde yaşardı. Sanayileşme artıkça fabrikalar yapıldı, köyden kente göç başladı. Bu göçten önce köylü kendi yağı ve yoğurduyla kavruluyor, şeker ve tuzun haricinde dışarıdan bir şey satın almıyordu. Çay ekimi daha başlamamış, çay hakkında en ufak bilgileri yoktu. Varlıklı aileler küçük ve büyük baş hayvan besliyor, yaylacılık yapıyorlardı. En az hayvana sahip olan ailede bile iki inek bir koyun veya keçi bulunurdu. Şimdiki çay bahçeleri mısır tarlası idi. Hayvanlarını otlatmak için çayırlıklar, kışlaklar kiralar ve yiyeceğini yaparlardı. Öyle ya yaptığı işin hiçbir riski yoktu. Ne vergisi, ne sigortası ve ne de stopajı vardı. Bedava geçinip otlayan hayvanın etinden, sütünden, gübresinden ve yumurtasından başka yününden ve kılından da faydalanırlardı. Hiç risk yoktu demeyelim. Doğayı kendileri ile paylaştığımız etobur vahşi hayvanların zararını da çekiyorlar, onlara karşı bahçelerde kalıv adı altında kulübeler inşa edip ekin zamanlarında nöbet tutuyor, tuzak kuruyor ve mahsullerini zararlı hayvanlardan koruyorlardı. Buna rağmen organik ve sağlıklı bir yaşam vardı. Öyle ki ulaşımı olmayan mezra ve yaylalara 30-40 kilo yük arkasında yayan beş altı saat yürüyerek gidebiliyorlardı. Ayda bir iki kez şehre yağını, peyniri, balını, meyvesini satmak; tuz şeker almak için gidiyorlardı. Bir günlük yolu kafilelerle gidip geliyor ve yaş ortalaması bu günkü yaş ortalamasının üstünde bir ömür geçiriyorlardı. Meyve de çoktu. Meyvelerden kışlık pekmez, hoşaf ve reçel üretir serendeler de ham meyve ve mısırı saklarlardı. Seren deleri (nalya) olmayana kız vermezlerdi. Çünkü serendir varlıklı aile olmanın bir nişanesiydi.
Köylerimiz her türlü pandemi dönemlerinde de sığınılabilecek en sağlam korunaklardır. Temiz hava, soğuk su ve doğal yaşam… Doğa da doğal yaşamak aynı zamanda her türlü virüse yakalanma riskini azaltır. Şehirlerde ranza misali kutu gibi betonarme evlerde tıkılıp kalmaktansa köyde bağ, bahçe ve çevrende organik tarım yapmak, evcil hayvanlarla arkadaşlık etmek çok daha güzeldir.
Bunları dile getirdim. Çünkü bu hayatı özlüyorum. Atatürk” köylü milletin efendisidir.” diyerek köylüye verilen önemi vurgulamıştır. Köylü demek üretmek demektir. Üretmek ise üretim ekonomisi anlamına gelir. Bu gün şehrin trafik karmaşası, gürültü, görüntü, hava kirliliği ve betona boğulan yeşil saha alanlarından ve şehir stresinden kurtulmak; tüketim ekonomisinden üretime geçmenin yolu buradan geçer.
Çare kentten köye göçmek. Tüketim ekonomisinden üretim ekonomisine geçmek. Doğayı korumak, organik bir yaşam sürmek. Sağlıklı yaşam sürdürmek. Şehirde iki metrekarelik bir mezara fahiş fiyat vermemek için yakınlarını öldükten sonra köye, köy toprağına taşımadan önce sağlığında köy havasını soluyarak ömrünüzü uzatmak çok daha iyi değil mi?
Yüreğinize sağlık okadar güzel anlattınızkı bunun üstüne ne denirki rabbim elimizde kalanların kıymetini bilmeyi nasip etsin