Karadeniz bölgemizde meydana gelen ve aşırı yağışlara bağlı olarak sonuçlanan sel,taşkın ve heyelanlar, bölgemizin en önemli doğal afet sorunlarının başında gelmektedir. Her ne kadar meydana gelen bir doğal süreç olsa da, insan etkisinin çoğu zaman yanlış uygulamaları sonucunda afet boyutuna ulaşmaktadır.
Özellikle dere yataklarına halen ve ısrarla kurulan yapı alanları, yüksek eğimli yamaçlara inşa edilen konutlar, kontrolsüz yapılan yol ve temel kazıları gibi olumsuz insan etkileri, maalesef bu doğal olayların afet boyutunu arttırmakta, ortaya can ve mal kayıplarının çıkmasına neden olmaktadır. Gelişmiş ülkelerdeki benzer iklim, morfoloji ve jeolojik yapıya sahip coğrafyalarda da sözü edilen doğal afetlerle karşılaşılmasına rağmen, alınması gereken teknik ve yönetsel tedbir ve yaptırımlar noktasında ülkemiz halen arzu edilen noktada değildir. Son yıllarda, doğal afetlerin öncenden kestirimi ve zararlarının azaltılması konusunda iyi niyetle atılmış adımlar olsa dahi, bu adımların etkinliğinin halen ciddi manada tartışılır olduğu görülmektedir.
Uzun yıllardır Doğu Karadeniz Bölgesinde meydana gelmiş benzer heyelan felaketlerinden halen yeterli ölçüde ders alınamamış ve bunlara yönelik kalıcı ve tutucu önlem ve yaptırımların hayata geçirilememiş olması, ileride yaşanacak benzer olayların da maalesef kötü bir habercisi mahiyetindedir. Samsun’dan başlayıp Hopa sınırına kadar devam eden Doğu Karadeniz Sahil şeridinde özellikle son on beş yılda meydana gelen olayların sebep-sonuç ilişkilerine bakıldığında karşımıza hep önü kapatılarak akış rejimi engellenen, içine konut, okul, fabrika vb. yapılar yapılarak akış serbestisine engel olunan dere yatakları ile yüksek eğimli, zayıf zemin ve kaya birimlerinden oluşan yamaçlara kontrolsüz kazılarla yapılan bina, yol, altyapı inşaatı gibi unsurlar çıkmaktadır. Bu hususlara ilişkin yapılan birçok teknik değerlendirmenin varlığına karşın, engellenemeyen ciddi boyutlardaki can ve mal kayıplarının özellikle karar vericiler noktasında değerlendirilmesi gerekliliğinin artık kaçınılmaz olduğu da son derece açıktır.
Ülke genelinde Ocak 2020’den bu yana meydana gelen depremler, taşkın, heyelan, kaya ve çığ düşmesi gibi doğa kaynaklı afetler, 240 yakın vatandaşımızın yaşamını yitirmesine, 3000’e yakın vatandaşımızın yaralanmasına, 80.000’e yakın konut, işyeri ve benzeri bağımsız bina bölümünün yıkılması veya ağır hasar görmesine, 20 milyar liraya yakın maddi kaybın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yaşanan bunca kayıp ve hasara rağmen, yapı üretim ve denetim sisteminin eksikliğinin fark edilip giderilmesi ile ruhsat veren yerel idarelerin yapı denetim kuruluşları üzerindeki denetim yetkilerinin artırılması gerekirken, buna ilişkin tek bir düzenlemenin yapılmadığı görülmektedir.
Yapılan son düzenlemede; ne İzmir-Bayraklı’da bataklık alana, nede Elazığ’da dere alüvyonları üzerine inşa edilen ve yıkılan binaların zemin etütlerinin yerinde denetimini esas alacak şekilde bir denetimin yapılmasına, ne de 2020 yılı başından bu yana doğa kaynaklı afetlerden kaynaklı 240 vatandaşımızın yaşamını yitirmesine neden olan ve yapı denetiminden kaynaklanan olguların çözümüne ilişkin tek bir madde bulunmadığı görülmektedir.
Doğa kaynaklı afetlerin sorumluluğundan kaçmak için belirli bir kesim ile yapı denetim kuruluşlarının talepleri çerçevesinde düzenlenen bu son değişikliğin de, bundan önceki 14 değişiklikte olduğu gibi, ülkemizin yapı üretim süreçlerinin denetimine ilişkin sorunları çözmekten uzak olduğu görülmektedir.
956 yılında yayımlanan 6785 sayılı mülga İmar Kanunu ile getirilen ve geçen yaklaşık 70 yıllık sürede bilim ve mühendislik hizmetlerindeki inanılmaz gelişim ve değişim görmezden gelinerek bugünlere kadar çok ufak değişikliklerle taşınan fenni mesuliyet konusu, yani yapı denetim sisteminin ruhsat eki etüt ve projelerin denetimini kağıt üzerinde değil, gerçek manada yerinde denetimini esas alacak şekilde yapılmasını gerekli kılan düzenlenmelere ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Her depremde yaşanan yıkımların ana nedenlerinden birinin denetim eksikliği olduğu bilinmesine rağmen bu konudaki sorunlar neden çözümlenmemektedir?
İlgili bakanlıklara soruyoruz;
Son 20 yıldır Marmara’da, Afyon’da, Adana’da, Van’da, Elazığ’da ve en son İzmir-Bayraklı’da yaşanan depremler Giresun, Trabzon Ordu, Rize de yaşanan sel taşkın ve heyelanlar sonucu can kayıpları ile yıkımların temel nedenlerinden birinin zayıf mühendislik özelliklerine sahip zeminler ve yanlış yer seçimlerinin olduğu bilinmesine rağmen, zemin araştırmalarının yerinde denetimini esas alacak şekilde bir yapı denetimin yapılmasını kim veya kimler engellemektedir? Zemin araştırmalarının yerinde denetiminin, 3194 sayılı kanuna göre yapı denetim firmaları tarafından yapılması gerekirken neden yapılmamaktadır? Yasal mevzuatın uygulanmasını kim veya kimler engellemektedir?
Sadece 2020 yılında meydana gelen afetlerde, yapı ruhsatı verilmiş ancak günün norm ve standartlarına göre yapılmamış kaç bina yıkılmış veya ağır hasar görmüştür? Buna ilişkin olarak Bakanlığınızca herhangi bir soruşturma yürütülmekte midir? Yapılan soruşturmalar sonucunda sorumluluğu bulunan yapı müteahhidi, etüt, plan ve projelerin gerçekleştiren proje müellifleri ile kamu adına denetim sorumluluğu üstlenen fenni mesul mühendis ve mimarlar ile görevlerini yerine getirmeyen ilgili idareler hakkında herhangi bir işlem yürütülmekte midir? Yürütülüyor ise kaç kişi veya kurum hakkında soruşturma yürütülmektedir?
Bakanlığınız tarafından 2020 yılı içinde doğa kaynaklı afetlerden zarar gören ve hasar tespiti sonucu; hafif, orta veya ağır hasarlı bina sayısı ile acil yıktırılan bina sayısı kaç adettir? Bunların kaçı zeminden kaynaklı sorunlardan dolayı hasar görmüş ve yıkılmıştır?
Yapı denetim kuruluşları günümüzde ruhsat eki etüt ve projeler ile yapı üretim süreçlerinin tüm denetim hizmetlerinden sorumlu olup, vatandaştan parasını peşin almalarına rağmen, neden tek bir zemin ve temel etüt araştırmasının yerinde denetimi sağlanamamaktadır? Neden tek bir sondajın başında yapı denetim şirketlerinin kontrol elemanı görülmemektedir? Vatandaşımız, ücretini peşin ödediği denetim hizmetini neden alamamakta, Bakanlığınız bu süreci yasal mevzuata ve açık yargı karlarına göre neden işletmemektedir? Bu sürecin kazananı vatandaş olmadığına göre kimler korunmaktadır?
Bütün dünyada; fay hatlarının tektonik deformasyon zonu (fay sakınım bandı), heyelanlı alanlar, taşkın bölgeleri, kaya ve çığ tehlikesi bulunan alanlarda bina ve bina türü yapılar için sınırlandırılma bulunmasına rağmen, neden her gün bu alanlarda herhangi bir kısıtlama getirilmeksizin yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi düzenlenmektedir? Arsa ve arazi rantından yararlanmak isteyenlerin çıkarları doğrultusunda bu alanlar neden imara açılmaktadır? Neden tek bir işlem yapılmayarak, ruhsatlar iptal edilmemektedir?
Anayasanın 138. Maddesine göre “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” hükmü bulunmasına rağmen bir yılı aşkın süredir “Danıştay Altıncı Dairesinin Esas No: 2017/4837 ve Karar No: 2019/6454 sayılı kararına” uygun düzenleme neden yapılmıyor? Mahkeme kararlarını uygulamamayı Anayasaya aykırı görüyor musunuz?
Sonuç olarak, ülke insanımızın can ve mal güvenliğini korumakla görevli olan kurumların eylem ve işlemlerini kamu yarını gözeterek yapmaları gerekirken, bazı grup, kişi ve kuruluşların talepleri ile yapılan düzenlemelerin yaşanan sorunları çözmesi mümkün değildir.
Bu kapsamda 11.12.2020 tarih ve 31331 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Yapı Denetim Kanunu Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğinde yapılan düzenlemelerin halkın çıkarlarını koruyan, ülke insanımızı, fay zonlarının deformasyon zonu, heyelanlı alanlar, dere ve taşkın alanları gibi doğa kaynaklı afetlere maruz kalan veya kalabilecek nitelikte alanlara yerleşimi sınırlayan, kağıt üzerinde değil işleyen bir kamusal denetimi önceleyen, yerel idarelerin fenni mesuliyet sistemi içindeki yerini geliştirip, şeffaflık ve hesap verebilirliği artıran denetim mekanizmasının altyapısının oluşturulması gerekirken, buna aykırı düzenlemelerin yapılma(ma)sı kabul edilemez.
(kaynak, TMMOB Jeoloji Müh. Odası)