Değerli dostlar; bu hafta sizlere DOĞA TARİHİ MÜZELERİ ve toplum için ne anlam oluşturduğu hakkında bilgilerimi paylaşmaya çalışacağım;
Müzeler, Tarihi eserleri tespit eden, bilimsel yöntemlerle açığa çıkaran, inceleyen, değerlendiren, koruyan, tanıtan, sergileyen, eğitim programları aracılığıyla tarihi eserler konusunda halkı bilinçlendirerek toplumun kültür düzeyini yükseltmeyi amaçlayan, geçmiş ile gelecek arasında köprüler kuran, eğitim, bilim ve sanat kurumlarıdır. Müzeler, bulunduğu kentin en önemli prestij yapıtlarındandır.
Modern müzecilik tarihi Rönesans dönemi ile başlamış olup, birçok müze gibi Doğa Tarihi Müzeciliği de aynı mantıkla ortaya çıkmıştır. İçerisinde geçmişten günümüze kadar gelen sergilenecek boyuttaki bitki ve hayvan türleri/fosilleri ve kayaç/mineral örnekleri, eski yaşama ait objeler, aletler bulunur. Doğada birçok Jeolojik yapı; müzelere sığmayacak şekilde büyük alanlar oluştururlar, bu tür oluşuklarda koruma altına alınıp Tabiat Parkı, Jeopark ya da Açık Hava Müzesi olarak insanlığın ilgisine sunulurlar. Ülkemizde Kapadokya -Kula Volkanik Bölgesi jeolojik yapılarca zengin birer açık hava müzesi niteliğindeki Jeoparklardır.
Müzelerin bir ülkeye/kente kazandırdığı entellektüel birikim ve sorumluluğun yanı sıra turizm potansiyeli ile ekonomiye de önemli katkı sağladığı da unutulmamalıdır. Türkiye jeolojik ve coğrafik özellikleriyle eşsiz bir biyoçeşitliliğe sahip olmasına rağmen, doğa tarihi müzeleri açısından diğer ülkelere göre çok az sayıdadır. Yeryüzünün milyarlarca yıllık geçmişini ortaya çıkarılmasını sağlayan doğa bilimcilerin bu çabaları, gelecekteki nesillere aktarılması için doğa tarihi müzelerinin sayısının arttırılması gerekmektedir. Yeryüzünün geçmişi yerküre üzerindeki kayaçlarda, minerallerde ve özellikle fosillerde gizlidir. Ancak gerek antropojenik etkiler, gerek Yerküre’nin kendi mekanizması (levha tektoniği, depremler, volkanlar, küresel deniz hareketleri ya da küresel iklim değişimleri) jeolojik yapılara hızla zarar vermekte, hatta onları yok etmektedir. Geçmişin bu izlerini kayıt altına almak, nadir olanları korumak, bir sonraki kuşakların ilgisine sunmak, daha da önemlisi yaşamın belleğine sahip çıkmak, yerkürenin hafızası rolünü üstlenen “jeolojik, paleontolojik, paleoantropolojik, biyoçeşitlilik” ürünlerinin sergilendiği “doğa tarihi müzeleri” ile mümkündür.
Doğa Tarihi müzelerinde, öğrencilere, geçmişe meraklı tüm insanlara, müze uzmanları tarafından farklı bölgelere ait biyoçeşitliğin yanında, doğal olay ve süreçlerle birlikte jeolojik, mineralojik, paleontolojik ürünlere ait koleksiyonlar tanıtılır, böylece öğrenciler ve meraklılar bölgenin geçmiş yada güncel biyocoğrafya, jeoloji, ekoloji ve evrim konularını deneyimleyerek öğrenirler. Ayrıca bu tarz müzeler bir çeşit araştırma laboratuvarı işlevini üstlenerek, bilimsel çalışmaların yapıldığı alanlara da dönüşerek bilimsel çalışmalar için çok büyük kaynak oluştururlar.
Ülkemizdeki en eski doğa tarihi müzesi Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalma 1837 yılında yapılan Galatasaray Mekteb-i Tıbbiyesi Doğa Tarihi Müzesi olup, sonrasında MTA Doğa Tarihi Müzesi’ Ege Üniversitesi Tabiat Tarihi Müzesi’, Kemaliye’de (Erzincan) Prof. Dr. Ali Demirsoy Doğa Tarihi Müzesi, Çanakkale’de Onsekiz Mart Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’nin Yer Bilimleri ve Doğa Tarihi Müzesi, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından açılan Burdur Doğa Tarihi Müzesi, Çankırı Müzesi Doğa Tarihi Sergi Salonu ve Muğla Turoliyen Park olmak üzere bilinen 7 adet “doğa tarihi müzesi” bulunmaktadır.
Bu müzeler, özellikle öğrenciler için doğal laboratuvarlar olarak kullanılmakta olup, çocuklar doğanın mekanizmalarını kendiliğinden öğrenebilmekte ve müze ortamında geçmişin izlerini görebilmektedir. Müzeler, sadece arşiv, geçmişten-geleceğe açılan bir kapı, bir laboratuvar ya da bir okul değil, aynı zamanda bir turizm unsuru olarak da değerlendirilmelidir. Bu bağlamda müzeler kültür turizminin en önemli unsurlarından biridir. Yerli ve yabancı turistlerin müzelere bıraktığı finansın, ülke için önemli bir gelir kaynağı olduğunu söylemek mümkündür. Birçok ülke büyük çapta turizm gelirlerini oluşturduğu müzeler sayesinde kazanmaktadır. Jeolojik yapıları, tarihi geçmişiyle ülkemizde de DOĞA TARİHİ Müzeleri ve Jeoparkların sayıları artırılarak, uygulanacak etkileyici bir program ile yeni gelir kaynakları oluşturulabilir.
Ülkemizde İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Diyarbakır, Antalya, Trabzon gibi farklı bölgelerdeki büyük kentlerde belediyeler veya valilikler tarafından “doğa tarihi müzeleri kurularak insanlığın hizmetine sunulması, ülkemizde doğa sevgisinin gelişmesinin yanında, bilim ve araştırma süreçlerinin gelişimine de önemli katkılar sunacaktır.
Trabzon şehrimiz;4000 yıllık tarihi geçmişi ve imparatorluklar şehri olmasına rağmen halen bir doğa tarihi müzesine sahip olmaması üzücüdür. Şehrimizin karar vericileri, valimiz, belediye başkanlarımız, milletvekillerimiz, bürokratlarımız, STK temsilcileri; tüm komşu illerinde faydalanacağı, eğitim ve bölge turizmine büyük katkı sağlayacak’ DOĞA TARİHİ MÜZESİNİ’ doğa harikası olan bu güzel şehrimize kazandırmak için çaba göstermeli ve en kısa sürede yapımına başlanmalıdır. Güzel günler dileğiyle;