Olup bitenler çileden çıkarıyor insanı
Memleket baştanbaşa azapla kıvranıyor
Yıldan yıla büsbütün allak bulak
Bir öncekini aratıyor her geçen yıl
Kargaşalar var ülkede yıkımın eşiğindeyiz
Kapı dışarı ettiler adaleti
Haksızlık kol geziyor hükümette.
Okuduğunuz şiir günümüzden 4000 yıl önce mısırlı şair din adamı Ankhu tarafından yazılmış. Talat Sait Halman tarafından çevrilerek 1972 yılında yayınlanmıştır.
Şiiri okuduğumuzda yaşadığımız zamana hiç yabancı gelmiyor. Gücü elinde tutan tarih boyunca kendinden güçsüz olanları hep ezmiştir.
Romalı gladyatör Spartaküs’ten günümüze güce karşı mücadele de hiç bitmemiş. Zaman içerisinde üretim ilişkilerini gelişmesi ile aynı sosyo kültürel yapı içerisinde olanların örgütlenmesi sonucunda daha adil bir yaşamın temelleri atılmıştır.
Yurttaşın yaşam hakkını kabul eden ilk hanedan 1215 yılında Magna Karta sözleşmesini imzalayan İngiliz kralıdır.
Tarihte varlığını en uzun sürdüren İngiliz kraliyet ailesinin hala devam ettirilebilmesi tesadüf değil, zamanı iyi okumasından ileri geliyor.
20. yüz yıl girerken Avrasya’daki krallık ve imparatorluk ailelerinin (Osmanlı dahil) yıkılışlarının altında yatan en büyük neden toplumlardaki değişimi göremeyip kendilerini bu yeni duruma göre yapılandıramadıkları içindir.
Güçleri ne olursa olsun adaleti sağlayamayan iktidarların varlıklarını sürdürmelerine olanak yoktur. Eninde sonunda gerilerinde büyük enkaz bırakarak yıkılırlar.
Günümüzde 1 Mayıs işçi bayramı, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü olarak kutladığımız günler bu mücadele sırasında büyük bedellerin ödendiği ama sonuçta istenen amacın kazanılması nedeniyle şenlik şeklinde kutlanabilmektedir. Oysa o günler birçok insanın ölümüne neden olmuştu.
Adalet her dönem ülkemiz için en çok şikayet edilin bir konu olmuş. Cumhuriyetin ilk yılları yeni yönetim şeklinin kurumlarının oturtulmasında yaşanan sıkıntılar ve isyanlar nedeniyle süreç oldukça zorlu geçti. 50 li yıllarda tahkikat komisyonları, ardından 60 ihtilali sonrası yargılamalar ve 12 Mart muhtırası sonrasında yaşanan baskı ve yargılamalar. 12 Eylül faşist darbesi ile ‘’asmayalım da besleyelim mi’’ anlayışı ile 17 yaşındaki bir çocuğun yaşını mahkeme kanalı ile büyütüp idam edilmesi. Ve bu süreçte binlerce yurttaşın işkencelerden geçirilip mahkum edilmesi. Ardından 28 Şubat Orgeneral Çevik Bir’in tabiriyle post modern darbe. Cumhuriyet tarihimizin önemli bir bölümü olağanüstü dönemler şeklinde geçti.
Her zaman gücü ele geçirenin kontrolüne giren bir adalet mekanizması ile karşı karşıya kalındı.
2002 yılında iktidara gelen AKP hükümetlerinin en çok üzerinde durdukları konulardan biri hukuk reformu oldu. Amaca uygun oluşturulan mahkemeler ve hukuk alanında yapılan değişikliklerin hiç biri gerçek anlamda bir adalet sağlamadı. Zaten adaleti gerçekleştirildiğine kendileri de inanmıyor olmalılar ki en çok dile getirdikleri konu ‘’hukuk reformu’’ olmuştur. Şimdi yeniden bir hukuk reformu dillendirilir hale gelindi. Yapılması istenen hukuk reformu adaleti sağlayıp sağlamayacağı soru işareti olarak duruyor. Şimdiye kadar yaşananlardan gördüklerim bana umut vermiyor.
Sistem, yasama, yürütme ve yargı erklerinin bir birinden bağımsız ama yasamanın koyduğu kuralları uygulayan yürütmenin yargı denetiminde yönetimin gerçekleşmesi olarak anlıyorum. Yargının yürütmenin kontrolünde olan bir ülkede adaletin gerçekleşme şansı yoktur. İnsan hakları ihlalleri yürütme eliyle olduğundan yürütme erkinin kontrolündeki yargının insan hakları ihlallerini önleme gücü olamaz.
İnsanlık tarihi incelendiğinde adalet ve zenginliğin at başı gittiği görülür.
Ne kadar adalet o kadar zenginlik nokta.
Memleket baştanbaşa azapla kıvranıyor
Yıldan yıla büsbütün allak bulak
Bir öncekini aratıyor her geçen yıl
Kargaşalar var ülkede yıkımın eşiğindeyiz
Kapı dışarı ettiler adaleti
Haksızlık kol geziyor hükümette.
Okuduğunuz şiir günümüzden 4000 yıl önce mısırlı şair din adamı Ankhu tarafından yazılmış. Talat Sait Halman tarafından çevrilerek 1972 yılında yayınlanmıştır.
Şiiri okuduğumuzda yaşadığımız zamana hiç yabancı gelmiyor. Gücü elinde tutan tarih boyunca kendinden güçsüz olanları hep ezmiştir.
Romalı gladyatör Spartaküs’ten günümüze güce karşı mücadele de hiç bitmemiş. Zaman içerisinde üretim ilişkilerini gelişmesi ile aynı sosyo kültürel yapı içerisinde olanların örgütlenmesi sonucunda daha adil bir yaşamın temelleri atılmıştır.
Yurttaşın yaşam hakkını kabul eden ilk hanedan 1215 yılında Magna Karta sözleşmesini imzalayan İngiliz kralıdır.
Tarihte varlığını en uzun sürdüren İngiliz kraliyet ailesinin hala devam ettirilebilmesi tesadüf değil, zamanı iyi okumasından ileri geliyor.
20. yüz yıl girerken Avrasya’daki krallık ve imparatorluk ailelerinin (Osmanlı dahil) yıkılışlarının altında yatan en büyük neden toplumlardaki değişimi göremeyip kendilerini bu yeni duruma göre yapılandıramadıkları içindir.
Güçleri ne olursa olsun adaleti sağlayamayan iktidarların varlıklarını sürdürmelerine olanak yoktur. Eninde sonunda gerilerinde büyük enkaz bırakarak yıkılırlar.
Günümüzde 1 Mayıs işçi bayramı, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü olarak kutladığımız günler bu mücadele sırasında büyük bedellerin ödendiği ama sonuçta istenen amacın kazanılması nedeniyle şenlik şeklinde kutlanabilmektedir. Oysa o günler birçok insanın ölümüne neden olmuştu.
Adalet her dönem ülkemiz için en çok şikayet edilin bir konu olmuş. Cumhuriyetin ilk yılları yeni yönetim şeklinin kurumlarının oturtulmasında yaşanan sıkıntılar ve isyanlar nedeniyle süreç oldukça zorlu geçti. 50 li yıllarda tahkikat komisyonları, ardından 60 ihtilali sonrası yargılamalar ve 12 Mart muhtırası sonrasında yaşanan baskı ve yargılamalar. 12 Eylül faşist darbesi ile ‘’asmayalım da besleyelim mi’’ anlayışı ile 17 yaşındaki bir çocuğun yaşını mahkeme kanalı ile büyütüp idam edilmesi. Ve bu süreçte binlerce yurttaşın işkencelerden geçirilip mahkum edilmesi. Ardından 28 Şubat Orgeneral Çevik Bir’in tabiriyle post modern darbe. Cumhuriyet tarihimizin önemli bir bölümü olağanüstü dönemler şeklinde geçti.
Her zaman gücü ele geçirenin kontrolüne giren bir adalet mekanizması ile karşı karşıya kalındı.
2002 yılında iktidara gelen AKP hükümetlerinin en çok üzerinde durdukları konulardan biri hukuk reformu oldu. Amaca uygun oluşturulan mahkemeler ve hukuk alanında yapılan değişikliklerin hiç biri gerçek anlamda bir adalet sağlamadı. Zaten adaleti gerçekleştirildiğine kendileri de inanmıyor olmalılar ki en çok dile getirdikleri konu ‘’hukuk reformu’’ olmuştur. Şimdi yeniden bir hukuk reformu dillendirilir hale gelindi. Yapılması istenen hukuk reformu adaleti sağlayıp sağlamayacağı soru işareti olarak duruyor. Şimdiye kadar yaşananlardan gördüklerim bana umut vermiyor.
Sistem, yasama, yürütme ve yargı erklerinin bir birinden bağımsız ama yasamanın koyduğu kuralları uygulayan yürütmenin yargı denetiminde yönetimin gerçekleşmesi olarak anlıyorum. Yargının yürütmenin kontrolünde olan bir ülkede adaletin gerçekleşme şansı yoktur. İnsan hakları ihlalleri yürütme eliyle olduğundan yürütme erkinin kontrolündeki yargının insan hakları ihlallerini önleme gücü olamaz.
İnsanlık tarihi incelendiğinde adalet ve zenginliğin at başı gittiği görülür.
Ne kadar adalet o kadar zenginlik nokta.
Okudum