Ülkemizde en zor olan şey gündemi takip edebilmektir. Her yeni gün yeni bir olay ile karşılaşıyor ve bir öncekini unutturuyor.
Bir şey var ki hiçbir zaman önemini kaybetmiyor. Her zaman yanı başımızda duruyor. Ekonomik gerçekler. İşsizlik hayat pahalılığı hiç yakamızı bırakmadı hep yanı başımızda duruyor.
Niçin böyle?
Amerikalı psikolog Maslow insanların gelirleri ile yaşam kalitesi arasında bağ kuran ihtiyaçlar piramidinin ilk basamağında yaşamı sürdürebilme ve varlığını devam ettirebilecek fizyolojik ihtiyaçlar olarak belirtir. Ona göre, fizyolojik ihtiyaçlarını karşılayamayan birinin bir üst basamağa ulaşma imkan yok.
İhtiyaç sıralamasında da belirtildiği gibi en temel ihtiyacımız beslenme ve barınma ihtiyacı karşılanmadan bir sonraki basamağı düşünmemize olanak yok. O nedenle hayat pahalılığı her zaman gündemimizin ilk sırasında yer alıyor.
Hayat pahalılığı dediğimiz şey aslında gelirimizin temel ihtiyaçlarımızı karşılamasına yetmemesi demektir. Birçok ihtiyaç günün koşullarına göre ötelenebilir ama beslenme ihtiyacını öteleme olanağı yoktur. Yaşanılan her gün için alınması gereken gıdayı almamız gerekir. O nedenle harcamalarımızın birinci önceliği gıda harcamaları almaktadır.
Zengin batı ülkeleri ile bizi ayıran en belirgin özellik gelir farklılığıdır. Her yılbaşında en yoğun tartışma konularının başında, asgari ücret, memur ve emekli maaş artış oranları yer almaktadır. Hatta bir gazete daha çok ilgi çekebilmek için hemen her ay emekli maaş artış müjdesi veriyordu devam ediyor mu bilmiyorum. Asgari ücret ve emekli maaş artışının bu kadar çok ilgi çekmesinin altında yatan asıl gerçek bu ücret ve maaşın ancak en temel ihtiyacımızı karşılamaya yetecek kadar olmasıdır. Hele son yıllardaki emekli aylık bağlama oranı dikkate alındığında artık Maslow’un belirttiği birincil ihtiyaç maddelerini bile karşılamaktan uzak olduğu bir yerde hayat pahalılığı her zaman ülke gündeminin ilk sırasında yer almaya devam edecek.
Günümüzde SSK sigortalılarının prime esas kazançlarının %45’i asgari ücret, toplam sigortalıların % 67’sinin brüt ücretlerinin 5 bin TL’yi aşmıyor. Ücretlerin düşüklüğü küçük işletme sahiplerinin de gelirlerini olumsuz etkilediğini rahatlıkla görebiliriz. Harcama yeteneği piyasanın işleyişini etkiler. Dolayısı ile düşük gelirli çalışanların olduğu bir ülkede ne çalışanın ne emeklinin ne de küçük esnafın geçim derdi bitmez. Elde ettikleri ücret asgari yaşam maliyetlerini karşılamaktan her zaman uzak olur.
Bu yazıyı yazmadan önce gelişme farkında örnek aldığımız Almanya’dan bir temel besin maddesinin fiyatını öğrenmek için orada yaşayan bir yakınımın bilgisine başvurdum. Sağ olsun o da bana iki ürünün market satış fişinin fotoğrafını gönderdi.
Tosun budu fiyatı 9,49, tosun kıyma fiyatı da 5,99 avro olarak yapmış olduğu alışveriş fişinin fotoğrafını çekip gönderdi.
Anılan ürün fiyatlarını karşılaştırdığımızda ülkemizdeki fiyatlardan farkı olmadığını görebiliyoruz. Çünkü bir ürünün üretimden tüketiciye ulaşana kadar geçen sürede ürünün fiyatına etki eden faktörler aşağı yukarı aynıdır. Dolayısıyla bir ürünün fiyatı farklı ülkelerde benzer fiyatta karşımıza çıkar. Daha açık ifade etmek istediğimizde aslında biz Alman gibi harcarken Alman gibi kazanamıyoruz. İhtiyaçlarımız aynı ama kaynaklarımız aynı değil.
Ülkemizde yaşayan bir asgari ücretli, verdiğim örnekte en düşük et fiyatının 60 TL olduğunu kabul etsek bile ücreti karşılığında 47 kg. et alabilecekken Almanya’da uygulanan asgari ücretle 189 kg. et alınabilir.
Maslow her ne kadar alt basamak ihtiyacını karşılayamadan bir üst basamağa ulaşamaz dese de insanlar üst basamakların farkında ve ona ulaşmak ister. Hayat pahalılığı bu nedenle en önde yer alıyor.
Ülkemizin 2020 yılı kişi başına milli gelir 7.715 dolar olarak açıklanmış.4 kişilik bir aile için ortalama 30.860 dolar oluyor. Bunun Türk lirasın karşılığı mevcut kur karşılığı hesap edildiğinde 216.000 TL. ye karşılık gelmektedir. Bu rakamı 12 aya böldüğümüzde 4 kişilik ailenin ortalama gelirinin 18.000 TL. olması gerekiyor. Oysa gerçekte hiç de böyle değil. Reel olarak serbest meslek çalışanı dahil hiçbir ailenin bu rakamı tutturabildiğini sanmıyorum. En yüksek gelir grubuna giren doktorların bile bu gelirden mahrum olduğunu söyleyebiliriz. O halde aslında ülkemizdeki hayat pahalılığın altında yatan en büyük neden gelir dağılımındaki adaletsizlik olarak karşımıza çıkıyor.
Gelir dağılımındaki adaletsizliği çözebilmiş olsak gündemimizde hayat pahalılığı diye bir şey kalmayacaktı. Önceki paragraflarda resmi verilere göre verdiğim ücretli çalışanların yaklaşık % 67 sinin brüt 5.000 TL’nin altında bir ücretle çalıştığını düşünürsek bu adaletsizliğin ne boyutta olduğunu daha iyi anlayacağız.
Yani ülkemizde küçük bir kesim zengin batı ülkeleri gibi yaşarken büyük bir bölümü de geri kalmış yoksul ülkeler düzeyinde yaşamaktı
TWİTTER de yaptığım bir gezinti sırasında genç bir annenin (yeni zenginlerden bir profil, hani o eskinin zencilerinden) yeni doğan çocuğuna süt banyosu yaptırdığını izledim. Eski beyaz Türkiye’den böyle bir paylaşıma şahit değilim. Yurttaşımızın birçoğunun çocuklarına süt almakta zorlanırken, çocuk mamalarına alarm takılırken böyle bir video paylaşımı çok ilginç geldi bana. Özel yaşamın içinde olan bu paylaşımın yine kendi içinden paylaşıldığına da şüphem yok.
Yoksulluk kader değil tercihlerin bir sonucudur.