Günlük yaşantımıza yön veren, bazen sürükleyen bazen savuran, bazen buz gibi donduran çoğu kez kor gibi yakan nice olaylara teğet geçiyor günler!
Sosyal yaşamda… Kamusal alanda doğru yaklaşımlara zaman zaman denk geliyor, umutlanıyoruz.
Ama nereye kadar?..
“Coğrafya Kaderdir” diye tarifler, İbni HALDUN,
Bizim kaderimiz de az gelişmişlerin kaderinde olduğu gibi iki kelimede biçimleniyor İdrak Gecikmesi!
Bu topraklarda, her şeyin bir gün anlaşıldığını ama hep geç kalındığını kendi yaşam pratiğimden biliyorum!
Bazıları akıllla öğreniyor, bazıları acıyla…Maalesef bu coğrafya acıyla öğrenenlerin coğrafyası.
Herkes bir gün neyin ne olduğunun mutlak ayırdına varır, ama iş işten geçmiştir!
Görece ergenlik yaşını aşmış, her nedense ergenlik sendromuna saplanıp kalmışların! gasp ettiği Türkiye’nin en değerli zamanı ve kazanımları elimizden kayıp gidiyor, umarsız seyrediyoruz…
“Nice insanlar görüyoruz üzerinde elbise olmayan. Ve nice elbiseler görmekteyiz içinde insan olmayan” biçare kahroluyoruz…
Hukuk devletinin görevlisi olduğunun bile ayırtına varamamış! Alması gereken meslek içi eğitimini kim bilir hangi referanslarla tamamlamış kamu görevlileri!.. bu sıralar daha bir gemi azılı almış görev aşklarıyla! her türden demokratik refleksi, suç ve suçlu arama önyargısıyla kabaca bastırmak istiyorlar. A n l a t a m ı y o r u z…
Oysa tüm zamanların bilinen bir gerçekliğidir “Başkalarına karşı kaba güç kullanan, çevirir aynı silahı bir gün kendisiyle olanlara da…”
Ve biz çok iyi biliriz ki “Asla boyun eğilen yerde değildir vatan”…
Şayet boyun eğilseydi bastığın toprak vatan olur muydu sanırsın?
Yıl 1933, Şubat’ın ilk günleridir… Bursa Ulucami'de toplanan 100 kadar Menemen artığı! Yobaz; camilerde Türkçe ezan okunmasına karşı, din elden gidiyor diye bir ayaklanma girişiminde bulunurlar. Ayaklanma kısa sürede bastırılır.
Atatürk olayın hemen ardından Bursa'ya gider. Çekirge yolu üzerinde bulunan bir köşkte akşam yemeği yenildiği sırada bir kişi Atatürk’e ayaklanmayla ilgili olarak şöyle diyecek olur:
"Bursa gençliği olayı hemen bastıracaktı, fakat zabıtaya ve adliyeye olan güveninden ötürü...".
Atatürk'ün hemen konuşmakta olan kişinin sözünü kestiği ve günümüzde Bursa Nutku diye anılan konuşmayı yapar.
“Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.
Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu;?
“Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç;
“Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek; ama hiçbir zaman yalvarmayacaktır.
Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek”
Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek.
Diyecek ki;
“Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de yine benim görevimdir.”
İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği! “
Tarihte bu sözleri söyleyebilen bir başka devrimci çıkmış mıdır? Başında bulunduğu devletin bile “zaaf” içinde olabileceğini düşünen…
Geleceğin siyasal iktidarlardan kuşkulanabilen…
Ama gençliğe böylesine 'sınırsız' bir güven besleyen?
Atasından Emanet Devrimleri sahiplenip, içselleştirebilen, Cumhuriyetin kazanımlarını canı pahasına koruyan, her yaştan geç yüreğe selam olsun… selam olsun.
Sinan Bey, yüreğine kalemine sağlık.
Cumhuriyetin kazanımlarını canı pahasına koruyan, her yaştan geç yüreğe selam olsun… selam olsun. Selam olsun yazı yazan ellere, selam olsun yarınlara umudu taşıyanlara.