Gözlerini gerip, parmak sallayarak höykürenleri istisna kabul etsek de!..
Saray mutfağında, Halk Sağlığı dikkate alınmadan hazırlanan termik santral bacalarına ilişkin yasanın, saray katiplerince (alkışlar eşliğinde) onayının ardından!.. gelen tepkiler üzerine muktedirce VETO sunun yine aynı ekipçe alkışlanmasını olanca iyi niyetimizle iletişim eksikliğine yorsak da!..
Işıklar içinde uyusun sevgili Erdal İNÖNÜ’nün; “gerçeklerin er geç ortaya çıkmak gibi bir huyu olduğu” sözünü ilgililere! hatırlatmada ülkem adına sonsuz yarar görüyorum.
İletişim insanların ve toplumların vazgeçilmezidir. Toplum içinde yaşayan her insan farkında olsun ya da olmasın, duygu, düşünce ve eylemliliklerinin paylaşımı bağlamında çevreleriyle sürekli bir iletişim çabası içinde olmuşlardır. Özellikle Yönetim Erkini elinde bulunduranlar isteseler bile kendilerini bu olgunun dışında konumlayamazlar.
Ses tonumuz, mimiklerimiz ve jestlerimizin uyumlu olması, iletişim kalitesinin belirleyicisi olduğu gibi sözlerimizin beden dilimizle uyumu, çevremize güvenin ve sempatinin tesis edilmesini olanaklı kılar…Beden dilimizle, jestlerimizle, mimiklerimizle… ama çokça da kendimizi dilimizle ifade ederiz. Hani “en güzel söz henüz söylenmemiş olandır” deyip kurduğumuz cümle ve kelimelerimizle! Böylece iletişimin diğer unsurlarıyla onu harmanlayıp bir bütün haline getiririz.
Beden dili aslında bilinçaltı tepkileridir ve biz onu çoğu kez kontrol edemeyiz. Yüzümüzün kızarması, göz bebeklerimizin büyümesi, gözlerimizin bütün refleksleri kontrolümüz dışındadır. Beden bilgeliğimizi geliştirmek!, farkındalığına ulaşmak sağlığımızın korunmasını sağlar.
Düşük omuzlar, yere çakılan bakışlar, çatık kaşlar beynimizin mutsuzluk algısına neden olur. Kambur duruş iç organlarımızı sıkıştırarak solunum ve sindirim üzerinde olumsuz etkiler yaratır. Hissettiğimiz gibi davranırken, davrandığımız gibi de hissederiz… Yani olaylar karşısındaki ruh halimiz, bedenimize de yansır. Örneğin mutsuz olunca somurtur, somurttuğumuzda da mutsuz oluruz.
Beden dili farkındalığı, mutlu ve başarılı bir yaşam için vazgeçilmezimizdir. Beynimize yönelttiğimiz doğru sorular onun en ideal şekilde çalışmasında oldukça önemlidir.
İletişim ve halkla ilişkiler; Akademik anlamda çok önemli bir bilim dalı aslında. Her geçen gün önemine koşut hızını artırıp, değişip, gelişiyor. Kaynaktan alıcıya, kendi içinde kuralları ve araçlarıyla belki de en hızlı değişen ve gelişen bir bilim dalı…
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, yüzyılın en büyük icadı sayılan internet aracılığı ile insanoğlu dakikada 350 bin tweet gönderme gücüne ulaşmış bulunuyor… Blogger adı verilen (blog yazarı, blogcu) profesyonel olmayan kişiler, sayıları binleri aşan takipçilerine ücretsiz yazılar yazıp fotoğraflar paylaşıyor. Bu kontrolsüz ve çok büyük bir vaka karşısında evde, sokakta, işyerinde, okulda engel olamadığımız hızla farklılaşan bir sosyalleşme kültürü de hakim oluverdi gündelik yaşamımıza!
“Hızla anılarımızı paylaşıyoruz fakat anılarımızı biriktiremiyoruz”
Hiç dikkat ettiniz mi? mesleği, sosyal statüsü, yaşı veya cinsiyeti ne olursa olsun yurttaşlarımızın neredeyse tümü; yürürken, otururken hatta ne yazık ki araç kullanırken dahi “başı önde, eli kulağında!” bir garip insan profili çiziyorlar…
Her ne kadar genellemek istemesem de; kafede ya da restoranda oturur oturmaz ilk iş telefonların masada sıralanışı öne çıkıyor. Siparişlerin verilmesiyle silahşör kıvraklığıyla anında telefonlara yoğunlaşılıp! öncelikle masadaki yiyeceklerin görseli alınıp, ardından aceleyle “Öyle ya sanal alem beklemez” Kahkahalar eşliğinde kafa kafaya !.. selfie “özçekim” merasimi safhasına geçilir... Farklı objeler eşliğinde mekân bildirimleriyle fotoğraflar artık görücüye çıkmıştır bile!
Ne kadar sıradan, ne kadar asosyal bir birliktelik… böylesi bir sığlık olabilir mi, teknoloji insanlığı böylesine tutsak almamalı? diye hayıflanırken, aniden mesaj bildirim ışığı yanıp sönen telefonunuza gider eliniz ve bir bildirim de siz “tuşlarsınız!”
Anladığım kadarıyla bu dijital çöplükte herkes çok mutlu, herkes çok sosyal, ülkemiz güllük gülistanlık!.. başımız önde, elimiz kulağımızda, “bir muhabbet ediyoruz, bir muhabbet ediyoruz ki!..” sormayın gitsin!..
Unutmayın zaman konusunda limit sizsiniz. Yazıyla ve sözle… ama daima içtenlikle.