Yaşam bir nevi fırlatılmış olmaktır, zulme, yalnızlığa karanlığa. Yaşamın belki güzel tarafları vardır ama ne kadar güzel denirse densin yaşam için, son tahlilde o karanlık ve acımasızdır. Yaşamı bu hale getiren nedir? Yaşam zorunlu olarak bu nitelikte midir? Yaşamın özü rezalet midir? Yoksa siyasal ve ekonomik sistemler mi bu niteliğe büründürürler? Elbette ki bu soruların cevabı uzun tartışma gerektirir. Ama gerçek olan bir şey var ki o da içinde yaşadığımız Dünyanın artık çekilemez bir hal aldığı gerçeğidir.
Yalakalar, yalancılar, dolandırıcılar, kahpeler, alçaklar cirit atıyor içinde yaşadığımız dünyada.
demirin tozu , insanın yozu kaldı kala kala..
Bu gerçekler, hele hele duyarlı iseniz daha fazla ısırır, daha fazla rahatsız eder sizleri. Şair yürekli iseniz, edebiyat sizin yaşam biçimi ve yaşam biçeminiz ise eğer, bu lanetli yapı çok çok daha fazla etkiler sizleri.
Bu yargılarım Pek çok insanın yaşama veda etmesine neden oldu. Albert Camus ve daha pek çok isim. Hayatı protesto ederek veda ettiler bu dünyaya..
İşte bu isimlerden biridir Nilgün Marmara.. Bir gölge misali gelip giden .. Ve bir sabah rüzgarı misali bizlere veda eden bir güzel isimdi, Nilgün Marmara..
Yaşadığı süre içinde bir çocuk saflığını hep yüreğinde taşıdı ama heyhaat..Yaşam o kadar acımasızdı ki... O kadar utanmazca izler bırakıyordu ki olup biten her şey...Ölüme merhaba demekten başka ne yapılabilirdi ki bu hassas yürek için...
O da , sivasta cayır cayır yanan Metin Altıok misali '' ölümden bir oğula hamileydi. ''Onu doğurdu ve veda etti, bu kirle , bu zulümle dolu dünyaya..
İnsanın en büyük düşmanı bazen kendisi olur ya, işte o zaman Dante nin şu mısraları dökülür dudaklarından belli belirsiz:
''Tanrım, beni kendimden koru!''
Nilgün Marmara yaşamı, ortaya koyduğu ürünleri ile ilginç olduğu gibi ölümü ile de ilginç bir isim..
Şiirleri alabildiğine ve derin derin isyan kokan nitelikte.. Şuna buna değil, dünyanın kendisine:
"Ey, iki adımlık yerküre
Senin bütün arka bahçelerini
gördüm ben!"
Ve dünyanın bu yoz niteliğine karşı aldığı tavrı da şu mısralarıyla kağıda döküyor Nilgün Marmara:
"Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım, ölü ben'im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! "
Bir başka şiirinde ise şunları kağıda döker:
"Dünyamsın benim, zorbam, düzenim,
Bundan gözlerim göğe çevrili,
ellerim denizde.
Hiç katılmadan sende yaşıyorum,
dirimimsin benim,
doğarken öldüğüm..."
Benzer duyguları paylaşan pek çok şairle duygudaştır Nilgün Marmara.. Bu dünyadaki ezilenlerin ezilmişliğine iler tutar bir tavır koyamamanın getirdiği bir daralıştı Nilgün marmara ve duuygudaşlarının ortak çığlığı ve Bu çığlığı paylaşanlardan biri de Sergei Yasenin di. Şunları söylüyordu Yasenin, mısralarında:
"Elveda Dostum Elveda
Elveda sevgili dostum, elveda,
Sen kökleri içimde uzanan.
Ayrılık yazılmış alnımıza
İlerde gene karşılaşırız inan.
Elveda dostum, el sıkışmadan
Sessizce. Ne keder, ne tasa gerek:
Ölmek yeni bir şey değildir bu dünyada
Ama yaşamak da yeni bir şey olmasa gerek."
Başka neler diyor Nilgün Marmara, yaşama, ölüme ve insana dair?
''Daha burada ne kadar öleceğim
Yeryüzü ile gökyüzünün aracısı olarak bulutu haraca kestiğiniz yerde
ben size alışamam''
'' Kentlerin havaalanlarından çok düş alanlarına ihtiyaçları var.
Yeni düş alanları yapılmalı, onlar restore edilmeli ya da tümden yok edilmeli''
'' Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
Niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
Niye kimseler izin vermez yollarına kuş konmasına
Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yolun''
Evet, bu güzel yürek, muhtemelen bir öz kıyımla, bir intiharla yaşama, bu kötü dünyayı bizlere bırakarak veda etti.( Muhtemelen diyorum çünkü cinayete kurban gittiğine dair söylentiler var.
Kim bu Nilgün Marmara? Biz bu sorunun cevabını Gül Korkmaz’ın 13 ekim 2015 tarihli yazısından yararlanarak ortaya koyalım.
13 Şubat 1958’de İstanbul’da doğdu Nilgün Marmara. Ortaokul ve liseyi Kadıköy Maarif Koleji’nde okuduktan sonra hayatını ve şairliğini şekillendiren Boğaziçi Üniversitesi’ne girdi ve İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Sylvia Plath ile bunca benzeştirilmesinin en büyük sebebi de “Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi” isimli, yazıldıktan 20 yıl sonra Dost Körpe tarafından Türkçeleştirilen ve Everest Yayınları tarafından yayımlanan mezuniyet teziydi şüphesiz.
Üniversitedeyken üzerine incelemeler yaptığı müntehir yazar Sylvia Plath’in Nilgün Marmara’nın hayata bakışını ve yaşamını etkilediği söylenir hep. Sylvia Plath, 30 yaşında fırının gazını açarak intihar etmişti, Nilgün Marmara ise 29 yaşında kendini beşinci kattaki evinin penceresinden aşağı bırakarak hayata bile isteye veda etti. Marmara, mezuniyet tezinde şöyle demiş:
Plath’ın narin, incinebilir ruhani varlığı ve her şeyin sürekli kirlenişinin iç karartıcı bir şekilde farkında oluşu, onu ölüme sürüklemiştir. Kadınların toplumsal bir hastalığın sonucu olan perişanlığının kurbanı olmuştur. Karmaşık düşünce yapısının yol açtığı gerilimin niteliği çözümsüzlük doğururken, yaşamının gerilimi sonsuza akar…
Şiirlerini köşkünün tamiratı sırasında konan tuğlalar, intiharınıysa tam bir başarısızlık olan bu evin tamamen yıkılması olarak görebiliriz.
Boğaziçi Üniversitesi’nde orta kantinin üstündeki, derslere girmediklerinde tünedikleri merdivenlere Umutsuzlar Merdiveni adını takmış Nilgün Marmara ve arkadaşları. Nilgün Marmara denilince akla ilk gelen isimlerden ve şairin en yakınlarından biri olan Ece Ayhan 1987’de şöyle yazmış:
Boğaziçi Üniversitesi’nde (ve daha önce Robert Kolej’de, ‘yukarıda’ ) okuyanlar iyi bilirler; orada, spor salonu ile kantinin bulunduğu yapıda bahçeye bakan ünlü bir ‘umutsuzlar merdiveni’ vardır; demirdendir. Kim bilir belki de bırakılmış bir yangın merdiveni!
Okul arkadaşları anlatırlar: Nilgün Marmara Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Filolojisi’nde öğrenciyken derslere pek girmez ve garip bir ‘kuş’ olarak basamaklara tünermiş. Acaba büyük kanatları yüzünden uçamayan ‘o’ ( ya da ‘bir’ ) albatros mu? Denizler kuşu.
Gözleri denizin derin yerleriyle sığ yerleri arasındaki maviliktedir işte!
1982’de endüstri mühendisi Kağan Önal ile evlendi Nilgün Marmara, Önal’ın işi dolayısıyla da bir süre Libya’da yaşadılar. Nilgün Marmara henüz şiir yazdığından kimseye bahsetmese de Libya’dayken de yazmaya devam etmiş. Türkiye’ye döndükten sonra Kızıltoprak’ta kocasıyla birlikte yaşadıkları ev şairlerin toplaşma yeriydi. Şöyle anlatmış Haydar Ergülen Dünyayla yaralı: NİLGÜN MARMARA isimli yazısında:
“Çok yalnızdım ve başka yalnızlar gibi, başka yalnızlarla birlikte sık sık Kızıltoprak’taki eve gidiyordum ben de. O yalnızların başında elbette Ece Ayhan gelir. Cemal Süreya gelir, birbirinden iki yalnız gelir. İlhan Berk, Tomris Uyar, Tevfik Akdağ’ı da görmüşümdür orada. Sonra Nilgün’ün arkadaşları gelir, öyleyse şimdi onlara ‘Nilgün yalnızları’ ya da ‘Nilgün’ün yalnız bıraktıkları’ demek gerekir: Gülseli İnal, Ahmet Soysal, Lale Müldür, Seyhan Erözçelik, Orhan Alkaya, Cezmi Ersöz, ben, bazen Akif Kurtuluş, Mustafa Irgat, Boğaziçi’nden Cemal.”
İşte o evin penceresinden ölüme atladı Nilgün Marmara.
“Nilgün ölmüş. Beşinci kattaki evinin penceresinden kendini aşağı atarak canına kıymış. Ece Ayhan söyledi. Çok değişik bir insandı Zelda. Akşamları belli saatten sonra kişilik, hatta beden değiştiriyor gibi gelirdi bana. Yüzü alarır, bakışlarına çok güzel, ama ürkütücü bir parıltı eklenirdi. Çok da gençti. Sanırım, otuzuna değmemişti daha. Ece ile gergedan için yaptığımız aylık söyleşide ondan şöyle söz ettim: Bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu. Dönüp baktığımda bir acı da buluyorum Nilgün’ün yüzünde. O zamanlar görememişim. bugün ortaya çıkıyor.”
Cemal Süreya / Günler (841. Gün)
Dediğimiz gibi, ölümünden sonra çok konuşuldu Nilgün Marmara. Şiirleriyle de, ölümüne bir sebep arayanlarca özel hayatıyla da… Manik depresyon teşhisi konulmuştu Marmara’ya, kimine göre sebep buydu. Ama ölümünün ardından yakın olduğu birçok isimle aşk dedikoduları da çıkmıştı tabii; bazıları Nilgün Marmara’nın ölümünden beş sene sonra Kadıköy’deki otel odasından atlayarak intihar eden Kaan İnce’nin, bazısı ise Mina Urgan’ın Nilgün Marmara’dan seneler sonra, 1995’te kimilerine göre intihar olan bir trafik kazasında ölen oğlu Mustafa Irgat’ın sevgilisi olduğunu iddia etti. Yakın arkadaşı ve bir dönem Kızıltoprak’taki o evde yaşan Ece Ayhan da dedikoduların merkezindeydi tabii.
“Şimdi herkesin, o dönemde o eve giden herkesin Nilgün’e ‘aşık’ olduğu söyleniyor, yazılıyor. Efsanenin can alıcı bölümü burası elbette. Ben daha inanılmazını okudum internette, efsaneyi vıcık vıcık bir hale sokmak için ‘komplo teorisi’nin nasıl kurgulanabileceğine o anda inandım. Nilgün’ü kendisi gibi bir ‘müntehir’ olan şair Kaan İnce’yle birbirlerine sevgili yapmışlar ve ikisinin de ölüm nedenlerini birbirine bağlamışlar ve daha… Birisine herkes ‘aşık’ olunca aslında hiç kimse ‘aşık’ sayılmaz. Ve herkesin aşkı ‘açık’ olduğu için de, bu durumda, ancak ‘edebi’ bir aşk sayılır bu. Bence.” diyor Haydar Ergülen.
İntihar eden Nilgün Marmara değil de erkek bir şair olsaydı da etrafındaki ilişkiler bu denli sorgulanır mıydı, şiirlerinden daha çok aşk dedikoduları konuşulur muydu dersiniz? Sanmıyoruz.
Ölmeden kısa süre önce kocasına verdiği metin ve şiirler, ölümünün ardından “Daktiloya Çekilmiş Şiirler” ve “Metinler” olarak iki ayrı kitap halinde yayımlandı. Annesinin isteğiyle ve arkadaşı Gülseli İnal’ın editörlüğünde, Nilgün Marmara’nın günlükleri de Kırmızı Kahverengi Defter adıyla yayımlandı. Marmara’nın günlüklerinin yayımlanması da ayrı bir etik tartışması konusu haliyle.
Buket Aşçı’nın yaptığı röportajda şöyle diyor Kağan Önal:
“Nilgün intihar notunda ‘İstersen daktiloya çekilmiş şiirlerimi bastırabilirsin’ demişti. Biz de, ben ve dostları, ölümünden sonra bunları ‘Daktiloya Çekilmiş Şiirler’ ve ‘Daktiloya Çekilmiş Metinler’ diye iki ayrı kitap olarak Şiir Atı’ndan yayımladık. Sanırım o günlerdi, Nilgün’ün annesi (Perihan Marmara) aradı; ‘Gülseli (İnal) Nilgün’ün günlüklerini bastırmak istiyor’ dedi. Annesinin acısı çok tazeydi. Yani Nilgün’ün her şeyinin yayımlanmasını istiyordu. Ama bu vasiyetine aykırıydı. Ben de ‘Vasiyetinde daktiloya çekilmişleri bastırabilirsin diyor, bu vasiyetine aykırı’ dedim. Bir de bunlar günlüktü yani çok özel şeyler… O yüzden ‘Basmayalım, buna taraftar değilim’ dedim. Ama ikna etmeye çalıştı. ‘Ben yine de doğru bulmuyorum’ dedim.
Bunun üzerine bana ‘İçinde hoşlanmayacağın şeyler mi var?’ dedi. Oysa günlükleri hiç okumamıştım bile… Bu gücü kendimde bir türlü bulamıyordum. Ama o ısrar edince günlükleri annesine verdim. Keşke fotokopilerini çektirip verseydim. Ama ‘Bir şeyler mi sakladı’ demesinler diye orijinalleri verdim. Annesi de Gülseli İnal’a verdi. Bir süre sonra da kitap Telos Yayınevi’den çıktı.”
Kırmızı Kahverengi Defter seneler sonra tekrar basılmak istenildiğindeyse metinlerin orijinallerinin nerede ve kimde olduğu tartışması başladı. Kocası Kağan Önal günlüklerin editörlüğünü yapan Gülseli İnal’da olduğunu iddia edip geri isterken, Gülseli İnal’ın günlükleri zaten verdiğini söylemesi ya da vermeyi reddetmesi (tartışmada çelişkili röportaj ve ifadeler mevcut) Nilgün Marmara’yı bir kez daha edebiyat dünyasının gündemine, yine yazdıklarını gölgede bırakırcasına oturttu.
Lale Müldür Nilgün Marmara’nın ölümünden yıllar sonra onun aslında intihar etmediğini, öldürüldüğünü iddia etti. “İntihar ettiğini düşünmüyorum. İntihar ettiği söylenen pervazlar kırılmış ve sallanıyormuş havada. Bir insan camdan atlamak istese pervazlar o durumda olur mu? Kaldı ki olay anında evde bir başkası daha varmış. Çevredekiler evden bir erkek sesi geldiğini belirtti. Bir erkeğin sesi açıkça duyulmuş. Nilgün’ün camdan atıldığına inanıyorum. Kağan’ın (Nilgün Marmara’nın eşi Kağan Önal) general olan babasından şüpheleniyorum. Nilgün’ü pencereden atmak üzere bir askerin tutulduğunu düşünüyorum. Savcı yeniden olayı açmak istemiş ancak annesi korktuğu için olayın üstü o şekilde kapanmış.”
Nilgün Marmara’nın arkadaşları ve kocası Kağan Önal bu açıklamalara tepki gösterdi.
Cezmi Ersöz: “Nilgün’ün birtakım dedikodularla yıpratılmasına göz yumamam. Nilgün olayında Ece Ayhan’a büyük haksızlık yapıldı. Nilgün, Ayhan’ı çok severdi ve dostlukları büyüktü. 20’li yaşlardan itibaren intiharı düşünüyordu. Bir ara İskenderiye’ye gitti ama mutlu olamadı. Döndüğünde bana dedi ki: ‘Cezmi, düşlerimin İskenderiye’sini bulamadım.’ Yüzünde ölüm ifadesi vardı son zamanlarda. Tedavi için gittiği psikiyatrisi taciz etti onu; o durum daha çok yıktı. Alkol ile birlikte antidepresan alıyordu. Bahariye’de karşılaştık; yanında eşi vardı. Kulağıma ‘Cezmi çok hastayım’ dedi. Biyolojik hastalık algıladım. Ama çökmüş vaziyetteydi. 3-4 ay sonra intihar etti. İnsanlar komplo teorilerine meraklı, Nilgün’ü kim atacaktı ki?”
İnternetin hayatımıza soktuğu en sinir bozucu olaylardan biri olan ünlü şairlere ve yazarlara ait olmayan sözlerin ya da şiirlerin onların imzasıyla çılgınca yayılmasından Nilgün Marmara da nasibini alacaktı elbette. “Maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın, hepiniz mezarısınız kendinizin…” dizeleri Nilgün Marmara resimlerinin üzerine yazılıp Nilgün Marmara imzasıyla paylaşılıp duruyor. Şiirin adı da “Mezar” olarak geçiyor hep. Hatta Ot Dergisi de Ekim sayısında google’a aldanıp dizeleri Nilgün Marmara imzasıyla sayfalarına taşımış. Oysa bu şiir Serdar Aydın’a ait ve 1997 basımı Nilgün Marmara Metinleri ve Fragmanlar kitabında yer alıyor. “Allah Nilgün Marmara’yı sevenlerinden korusun” demiş Serdar Aydın konuyla ilgili.''
İşte Nilgün Marmara bu.. Bu mu? Hayır, alabildiğine yanlış ifade ettim Nilgün Marmara bundan çok daha fazlası. Bu yazının hacminden çok daha fazlası. Hiç bir tek yazıya sığmayacak kadar geniş kapsamlı Nilgin Marmara.. Siz en iyisi Onu Hasan AKTAŞ hocanın yönettiği Cansu AYDIN a ait doktora çalışması olan, '' Hayatın yarısından dönen şair NİLGÜN MARMARA '' adlı kitaptan öğrenin. Çok daha geniş ve sağlıklı bilgi ve bağlantılar elde edeceksiniz o zaman.. Benden söylemesi.