En azından belli bir süre yazmaktan, çizmekten, konuşmaktan uzak durayım dedim, ama buraya kadar. Cehaletin ihanete, ihanetin cehalete dönüştüğü ve en büyük ihanetin, en büyük cehaletle kol kola yürüdüğü bu kirli zeminde susmak ta bir çeşit ihanet değil midir? Gerçek suçlular susanlar değil midir? Haksızlık karşısında susanlar dilsiz şeytanlar değil midir? Bu zor ve kirli zamanda en büyük ihanet ve en büyük cehalet Mustafa Kemal Atatürk üzerinden yapılıyor. Atatürk düşmanları gemi iyice azıya aldılar. Bu kadar cehalet ancak ihanetle, bu kadar ihanet ancak cehaletle kol kola bir vaziyette bulunur.
Adamın biri yazıyor : Kudüs 1923 te kaybedildi..... Gelde yazma ... Yani bu mübarek!!!! adama göre Kudüs’ü kaybettiren Atatürk!!! Çünkü Atatürk Yahudi !!! Nereden tutacaksın bu rezil kafa yapısını.. Gün gelir Atatürk’ü, Türk olmakla suçlayan bu kafa yapısı, gün gelir Onu Yahudi ilan eder. Hatta Kudüs un kaybedilişini de ona bağlar. Fikret BAŞKAYA bu düzende yaşanan çelişkilerden yola çıkarak Atatürkçü düşünceyi PARADİGMA nın temeli kabul ederek PARADİGMANIN İFLASI nı ilan etti. Ama biz, Paradigmanın yeniden inşa etme mücadelesinde bulunacağız. Çünkü bu mücadele bu millet için yaşamsal önem taşıyor. Çünkü Mustafa Kemal i savunmak rezalete karşı çıkmak demektir. Mustafa Kemal Atatürk ü savunmak Allah ile kandırmaya, tarih adına yazılan yalan paçavralara karşı çıkmak, bölücülüğe, emperyalizme karşı çıkmak demektir. Görelim o zaman Mustafa Kemal ile Filistin meselesi arasındaki bağlantıyı...
Önce Mustafa Kemal Atatürk ve Filistin cephesi hakkında bilgi verelim... Tarih kitaplarımızda üstünde neredeyse hiç durulmayan, ancak Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı olarak kabul edilmesi gereken Filistin Cephesi’ni burada, bütün gerçekliği ile ortaya koyacağız. Atatürk, 5 Temmuz 1917’de merkezi Diyarbakır’da bulunan 2. Ordu Komutanlığından İstanbul’da kurularak, Filistin Cephesi’ne intikal ettirilen 7. Yıldırım Ordusu Komutanlığına atanmış, 15 Temmuz 1917’de kurulan Yıldırım Orduları Grup Komutanlığına bağlanmıştır. Mustafa Kemâl, Yıldırım Orduları Grup Komutanı Alman Mareşali Falkenhayn ile sorunlar yaşayınca istifa ederek İstanbul’a gitmiştir. (Yazışmalar için; Atatürk'ün Filistin’deki yazışmaları-1917 yılı) Mareşal Falkenhayn, Filistin Cephesi’nde başarılı olamayınca, 25 Şubat 1918’de Başkomutan Vekili Enver Paşa tarafından Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığından alınarak, yerine eski Çanakkale Cephesi Komutanı Mareşal Liman Von Sanders atanmıştır. Mustafa Kemâl, 7 Ağustos 1918’de 5. Mehmet Reşat’ın ölümü üzerine Padişah olan 6. Mehmet Vahdettin tarafından bizzat 7.Ordu Komutanlığına tekrar görevlendirilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya’nın organize ettiği İttifak Blok’una katılarak, Birinci Dünya Savaşı’na girişinden sonra, Ahmet Cemâl Paşa komutasında Süveyş Kanalı’nı geçerek Mısır’ı geri almak, İngiltere’nin Kral Yolu (Hindistan Yolu)’nu kesmek ve Almanya üzerindeki İtilaf Blok’unun Baskısını azaltmak amacıyla başlattığı Kanal Harekâtları, başarılı olamamıştır. Müteakiben, Mekke Emiri Şerif Hüseyin ile oğulları, Ali, Faysal, Abdullah ve Zeyd tarafından Hicaz (Mekke ve Medine)’da çıkartılan Arap İsyanıyla koordineli olarak yürütülen İngiliz taarruzu, Sina Yarımadası’nı geçerek Filistin’e intikal etmiştir. Filistin Cephesi’nde görevli Yıldırım Ordular Grubu, ( 4, 7, 8. Ordular ve Mondros Mütarekesi’nden sonra 2.ordu) Gazze Muharebeleri, Şeria Muharebeleri ve Nablus Meydan Muharebesi sonunda bozguna uğramış, sırasıyla; Dera, Şam ve Halep’e kadar çekilmişlerdir. Daha sonra, Milli Mücadele kadrosunun temelini teşkil edecek olan Mustafa Kemâl (Atatürk), Mustafa İsmet (İnönü), Mustafa Fevzi (Çakmak), Ali Fuat (Cebesoy), Refet (Bele), Fahrettin (Altay) Paşalar ve Osmanlı birliklerinin çoğu Filistin Cephesi’nde General Allenby tarafından sevk ve idare edilen İngiliz Ordusuna karşı savaşmışlardır. 7.Ordu Komutanı Mustafa Kemâl Paşa, 26 Ekim 1918’de Halep kuzeyinde İngiliz ve Arap Ordularının taarruzunu durdurmayı başarmıştır. Konunun en geniş özeti böyleyken, gözümüzden kaçan bazı bölümleri eklemek için Filistin Cephesi’nin üzerinden son bir kez daha geçmemiz gerekir. Öncelikle Atatürk, savaşın bitimine iki ay kala ikinci kez Filistin Cephesi’ne atandığı sırada, Atatürk’ün önemli bazı sağlık sorunları vardı. Birincisi; böbrekleri taş dökmesi nedeniyle büyük sancılar çekmesiydi; diğeri de zaman zaman sıtma hastalığının nüksetmesiydi. Bunun dışında ordunun, gerekli yiyecek ve askeri teçhizat sıkıntıları da vardı. Askerlerin bölge iklimine uygun giyecekleri yoktu. Sıcaktan dolayı askerler eriyip gidiyordu. Bununla beraber, süvari birliklerinin atlarına verilecek yiyecekleri olmadığı gibi, kendilerinin de yiyecekleri yoktu. Hayvanlar otlatılamıyordu. Otlatılacak ne bir alan kalmıştı, ne de durumları vardı. Filistin Cephesi’nin bu duruma düşmesinin diğer büyük nedenlerden bir tanesi de; Enver Paşa’nın Alman ordusuna mensup komutanlara olan inancı ve güveniydi. Atatürk, her bulduğu fırsatta bu durumu dile getirse de, Osmanlı ordusundaki Alman etkisi azaltılmadı. Alman generaller taarruz etmekten yanaydılar ancak, Atatürk savunmadan yanaydı. Çünkü İngiliz ve Fransız birlikleri sayıca oldukça üstünlerdi. Askeri teçhizatları da cabası… İngiliz orduları Filistin’e girdikten sonra Yıldırım Orduları büyük bir şekilde bozguna uğradı. Ordudan firar edenler oldu. Ordunun morali tükenmişti. İşte bu noktada durumu düzelten Atatürk’ün büyük maneviyatını ve dehasını bir daha göreceğiz. Atatürk, diğer ordularla koordinasyon sağlayarak manzarayı tahlil ettikten sonra, orada tutunulamayacağını görüyor. Yıldırım Ordularının bölgede tutunabilmesi için yerel halkın desteğine de ihtiyacı vardı. Fakat bölgedeki çoğunluk Arap nüfusundan oluşuyordu. İngilizler Arapları örgütlediği için Araplar, çeteler halinde Türk halkına ve Osmanlı ordusuna karşı saldırılar düzenliyordu. Yani, Araplar Türkleri düşman olarak görüp çete savaşlarıyla İngilizlere ve Fransızlara destek veriyordu. Araplar, hastaneleri bile basıp insanları katlediyordu. Atatürk, diğer ordular ile koordineli bir şekilde toplayabildiği kadar asker ve bölgede bulunan yerel Türk halkı ile geri çekilme harekâtını gerçekleştirmişti. Bu geri çekilme, Toroslara kadar sürdü. Fakat Şam’a gelindiğinde Cemâl ve Cevat Paşalar orduyu bırakıp İstanbul’a kaçtılar. Liman Von Sanders, Atatürk cepheye yeni geldiği zamanlarda Adana’ya gitmişti. Adana’da bir otel odasından vaziyeti idare etmeye çalışıyordu. Ancak cephe ile ilişkisini tamamen kesmeden önce Liman Von Sanders, Murat Palas Oteli’nde Atatürk ile görüşüp Yıldırım Orduları kumandanlığını Atatürk’e bırakmıştı. Ayrıca, Liman Von Sanders kimi paşaları da geri göndermişti. Gerekçe olarak da; kendilerine artık ihtiyaç kalınmadığı gibi bir kanı ileri sürmüştür. İsmet Paşa da hastalandığı için cepheden ayrılmıştı. (bakınız: Osmanlı'nın Filistin Cephesi'ndeki Son Muharebesi – 58 GÜN Belge Roman). Önemli başka bir durum vardır ki; Atatürk’ün günde ortalama iki saat uyuyarak ve hasta bir şekilde elli sekiz gün boyunca bu geri çekilmeyi gerçekleştirdiğidir. Buradan anlaşılan; diğer paşaların firardan başka bir şey yapmadığıdır. Elli sekiz gün boyunca süren bu geri çekilme harekâtında Atatürk ve emrindeki insanlar, birtakım zorluklarla karşılaştıkları için geri çekilme daha da zorlaşmıştır. Bu zorluklar; zaman zaman Arap çetelerinin, İngiliz uçaklarının saldırılarına maruz kalmalarıyla İngiliz Ordusunun, Yıldırım Ordularını arkadan çevirerek ordumuzun çatışmalara girmek zorunda bırakılmasıdır. Bu saldırılardan sağ kalanlar ile Atatürk Toroslara kadar geri çekiliyor ve orada kuvvetli bir direniş hattı kurduruyor. Zaten Atatürk’ün de istediği buydu. En büyük önem teşkil eden kısım ise; Toros dağlarından geçen tren yolları ve tünellerdir. Atatürk burada keşif gezileri düzenliyor. Antep’te Mehmet Saraç Çavuş ile karşılaşıyor ve oradaki yerel halkı örgütleyerek vaziyeti anlatıyor (bakınız: Atatürk’ün Kilis’e gelişi – 58 GÜN Belge Roman). Atatürk, halkın ileri gelenleri ile birlikte savaşa karşı bir sivil direniş de örgütlüyor. Atatürk, bu örgütlenmeyi bütün Toroslara yayıyor. Örgütlenmiş halk, Toroslardaki tren yolları geçitlerini tutarak bir tane düşman askerini geçirmiyorlar. Bunun yanı sıra, İngilizler ve Fransızlar İskenderun’dan karaya çıkmaya çalışmışsalar da İskenderun Limanını tutan Yüzbaşı Ahmet Halit, büyük bir direniş göstererek İngiliz ve Fransız askerlerini Yıldırım Orduları dağıtılana kadar karaya çıkarttırmıyor. Ne yazık ki bu sürede Mondros Mütarekesi imzalanıyor. Bunu imzalayan padişah Vahdettin, Mondros Mütarekesi koşullarını hayata geçirebilmek için, yani Anadolu’nun işgal yolunun açılabilmesi için, Atatürk’ün elinde bulunan orduları lağvediyor. Yani, ordular dağıtılıyor. Ancak bu durumun olmaması için Atatürk, İstanbul ile (Vahdettin) telgraflaşıyor ve burayı bırakmayacağını net bir şekilde belirtiyor. (bakınız: 58 GÜN Belge Roman) Fakat kendisi padişah olmadığı için orduların dağıtılmasına mani olamıyor. Bu durum gerçekleşince Atatürk büyük bir söz söylüyor: “Ordularımı elimden aldınız, ama halkımı elimden alamazsınız!”. Dediği gibi de oluyor… Bu örgütlenme, Kurtuluş Savaşı başlangıcını oluşturmaktadır. Atatürk, Ali Fuat Paşa’ya verdiği talimatlar ile lağvedilen ordu silahlarının bir kısmını gizlice direniş hattında yaşayan yerel halka dağıtıyor, bir kısmını da Maraş’a yolluyor. İşte resmi kitaplarımızda yer almayan asıl Filistin Cephesi böyledir! Buradan çıkarmamız gereken önemli sonuçları sıralarsak: 1. Atatürk kendi sağlığının uygun olmamasına, koşulların hiç de iyi olmamasına ve diğer paşaların orduyu bırakıp kaçmalarına rağmen, ordularını ve bölgede yaşayan Türk Halkını terk etmeyi bir an bile düşünmüyor. Bu da Atatürk’ün milletini ne kadar çok sevdiğinin göstergesidir. 2. Atatürk, halka gerilla savaş taktiklerini öğreterek, Kurtuluş Savaşı’nın direnişini başlatmış oluyor. 3. Atatürk İstanbul ile yaptığı telgraf görüşmelerinde, Toroslarda kurduğu direniş hattında savaşabileceğimizi ve düşmanı durdurabileceğimizi birçok kez net bir şekilde ifade ediyor. Eğer Vahdettin, Yıldırım Ordularını dağıtmak yerine, söylediklerini gerçekleştirmesi için Atatürk’e destek verseydi; Mondros Mütarekesi ve devamı olan Sevr Antlaşması, o koşullarda hayata geçirilemezdi. Atatürk bunu bildiği için sürekli telkinlerde bulunuyordu. Peki sonraki dönemlerde Mustafa Kemal Atatürk ün Filistin Meselesi üzerindeki tavrı nasıl olmuştur? Onu da görelim.. Mustafa Kemal Atatürk Yahudi lobisinn , İngilizlerin desteğiyle Ortadoğu da yaptığı gasp ve işgallere karşı çeşitli zamanlarda çeşitli karşı faaliyetlerde bulunmuş ve beyanatlar vermiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin İslam Coğrafyası ile münasebetleri hem kültürel, hem tarihi bir derinliğe ve de maneviyata sahiptir.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk Haziran 1937’de TBMM’de yapmış olduğu konuşmasında bu münasebete ve Arap Coğrafyası ve Filistin’in bizler için önemine ve neden önem vermemiz gerektiğine dikkat çekmiş, konuşmasında gerek Filistin, gerek Arap ülkeleri ve gerekse de İslam’ın kutsal toprakları ile ilgili son derece sahiplenici ve cesur bir tavır ortaya koymuştur. Efendiler, Araplar’ın, Avrupa siyasetine nüfuz edemeyip bu sözde istiklal kelimesine inandıkları ve bu uğurda Arap memleketlerini Avrupa emperyalizmine esir kıldıkları çok şayanı teessüftür. Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa (gerçeği ifade edecek olursak) bir kaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslamiyet'in mukaddes yerlerini Musevilerin ve Hristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyet’e lakayt olmakla itham edildik. Fakat bu ithamlara rağmen peygamberin son arzusunu yani, “mukaddes toprakların daima İslam hâkimiyetinde kalmasını temin” için hemen bu gün kanımızı dökmeye hazırız. Cetlerimizin, Selahaddin'in idaresi altında, uğrunda Hristiyanlarla mücadele ettikleri topraklarda yabancı hâkimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bu gün, Allah'ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda bütün İslam âleminin ayaklanıp icraata geçeceğinden şüphemiz yoktur.” İşte bu yüzden Filistin topraklarına 1900’lü yılların başında yerleşen Yahudiler, bu topraklarda Atatürk’ün ölümüne değin, bir devlet kuramamış, hatta kurmaya teşebbüs dahi edememişlerdir. Günümüzde sadece “kınama mesajı” yayınlamaktan başka bir varlık gösteremeyen siyasiler umarım Atatürk’ün bu cesur konuşması ve cesaretinden örnek alırlar. Alırlar ki, bu kahrolası Ortadoğu coğrafyasında barış tesis edilir. Kaynak: Arapça yayını: Bombay cronicle 27.07.1937 Türkçe yayını: Hâkimiyet-i milliye gazetesi Şimdi bazı Atatürk Düşmanı yayıncılar, sözde uzmanlar bunun Mustafa Kemal Atatürke ait olmadığı tezi üzerinden hareket etmektedirler. Mustafa Kemal e ait olmasa bile - ki bu sadece bir iddiadır- eğer Mustafa Kemalin bu yönde eğilimi olmasaydı bunu kim uydurmaya, düzenlemeye ve kurgulamaya cesaret edebilir veya bunu gerekli görürdü?Demekki Mustafa Kemalin bu yönde politikaları ve tavrı apaçıktır.
Ancak ucuz iftiracılar, kahpeliği yaşam ölçüsü olarak görenler Mustafa Kemal Atatürk hakkında olmadık iftiralar atarken Osmanlıda olan biteni asla görmek istemezler. Abdülhamid'i dinin banisi sayan zihniyet, İlk bira, rakı ve tütün fabrikasını, ilk şampanya fabrikasını Abdülhamid in açtığını görmezden gelirler. Hatta ilk genelev in onun döneminde kurulduğu gerçeğini de görmezden gelirler. Denecek ki bu gelişmeler onun yetki alanı dışında gelişmiştir. Ama Atatürk ile ilgili konular olduğunda bunu bu şekilde değerlendirmiyorsunuz nedense... Mustafa Kemal Atatürk'ün aziz ailesine, validelerine her türlü iftirayı atan karanlık zihniyet Osmanlı padişahlarındaki anne gerçeğini görmez.. Listeleyelim bakalım... Osmanlı padişahlarının anneleri 1- I.murat'in annesi bizanslı horofira yani nilüfer hatun. 2- yıldırım bayezid'in annesi bulgar marya yani gülçiçek hatun. 3- çelebi mehmet'in annesi bulgar olga hatun. 4- II.murat'ın annesi veronika. 5- fatih sultan'ın annesi sırp despina yani hüma hatun. 6- II.bayezid'in annesi kornelya. 7- yavuz selim'in annesi; ayşe takma adlı pontuslu bir rum. 8 -kanuninin annesi; polonya yahudisi helga yani hafza sultan. 9- II.selim 'in annesi yahudi kızı roksalan yani hürrem sultan. 10-III.murat 'ın annesi yahudi raşel yani nurbanu sultan. 11-III.mehmet'in annesi venedikli bafo yani safiye sultan. 12-I.ahmet'in annesi yunan helen yani handan sultan. 13-genç Osman'ın annesi Sırp evdoksiya yani mahfiruz sultan. 14-IV.murat'ın annesi sırp anastasya yani mahpeyker sultan. 15-IV. Mehmet'in annesi Rus nadya yani Turhan sultan. 16-II.süleyman'ın annesi sırp katrin yani dilaşüb hatun. 17-II.ahmet'in annesi Polonya Yahudi'si eva yani hatice sultan. 18-II.mustafa'nın annesi Rum evemia yani emetullah sultan. 19-III.ahmet'in annesi de aynı yani ii.mustafa ile aynı anneden. 20-I.mahmut'un annesi aleksandra yani saliha sultan. 21-II.osman'ın annesi sırp mari yani şehsüvar sultan. 22-III.mustafa'nın annesi Fransız janet yani Mihrişah sultan. 23-I.abdülhamit 'in annesi Fransız ida yani şermi sultan. 24-III.selim'in annesi Cenevizli agnes yani Mihrişah sultan. 25-IV.mustafa'nın annesi Bulgar sonya yani sineperver sultan. 26-II.mahmut'un annesi Fransız rivery yani Nakşi dil sultan. 27-I.abdülmecit'in annesi Rus yahudisi suzi yani bezm-i alem valide sultan. 28-abdülaziz'in annesi roman besime yani pertevniyal sultan. 29-V.murat'in annesi Fransız vilma yani şevkefza sultan. 30-II.abdülhamit 'in annesi ermeni virjin yani tirimüjgan sultan. 31-mehmet Reşat'ın annesi arnavut sofi yani gülcemal sultan. 32-mehmet Vahdettin'in annesi çerkes henriet yani gülistan sultan . Burada hemen kayış atılacak ve denilecek ki, ne olmuş azınlık kadınlarındansa, ya da insan nasıl olurda anne babası ile mahkûm edilir? İyi de bunu kendinize söylemeniz gerekmez mi, eeey Allah ile kandıran, paraperest iftiracı güruh....
Daha söyleyecek çok söz var ama şimdilik bu kadar ile yetinelim. Konuya devam edeceğiz elbette..Zaaman zaman.