Hakikat bize insanları varlıklarına, dinlerine, dillerine göre ayırmamıza değil, birleştirmemizi buyurur. Şeyh Bedrettin
Hakikat, gerçekliğin diğer adıdır. Gerçeklik ise öyle olandır. Var olandır. Mevcut olandır. Sanal veya yalan olmayandır. Hakikatin insan tarafından bilinme durumuna ise biz BİLGİ diyoruz. Bilginin pek çok tanımı var ama biz buna girmeyelim.
İnsan olmak hakikati aramak ve bu hakikati anlamlandırmak demektir. Çünkü İnsan ayırdedici özelliği açısından ANLAMLANDIRAN ve bu anlamlandırmayı GERÇEKLİK İÇİNDE YAPAN bir varlıktır. Ancak bu her zaman böyle midir? Yani insan her zaman gerçeklik arayışı içinde midir? Ya da arayışta olduğunda bulduğu şey her zaman gerçeklik midir? Veya insan gerçekliği bulduğunda her zaman doğru bir anlamlandırma sürecine mi girer? İşte biz bu yazımızda bunları irdeleyelim.
İnsanoğlu evrende yaşayan bir varlıktır. Ancak bu evren tekil değildir. Bunu söylerken Fizik ya da kozmolojide söz konusu olan PARALEL EVRENLER TEORİSİ ne değiniyor değilim. Bu başka bir şey benim kastettiğim evrenleri sıraladığımda şöyle bir tablo karşımıza çıkacaktır:
*Makro evren( büyükler evreni)
* Mikro evren ( küçükler evreni)
* İç evren( İnsanın iç dünyası )
İnsanoğlu en temelde bu üç evrende yaşar. İşte doğru bilgi dediğimiz şey bu üç evrenin uyum içinde ve aynı paralelde olmasıdır.
Hakikat ise bu uyum içinde ortaya çıkar. Böyle bir uyumun olmadığı yerde hakikatin bilinmesi söz konusu olamaz.
Şöyle küçük bir çalışma yapalım: Güneş tutulması olan bir günde gökyüzüne doğru bakalım… Güneş ışığının bize gelmesinin önünde bir engelin ortada olduğunu görelim. Peki, bu engel nedir? Nereden ortaya çıkmıştır? Bunu merak eder miyiz? evet. Bu merakımızı gidermek için hemen bilgi kaynağı olduğunu düşündüğümüz kişi ya da kaynaklara yöneliriz. Mesela babaannemize.. O yanıt verir bize: ‘’ Evladım. Şeytan güneş denen lambanın önüne el uzatır ki güneş dünyaya ışık vermesin.’’
Sonra gideriz fizik ve ya astronomi profesörüne: Dünya ile güneşin arasına ay girerse ay güneş ile bizim aramıza girdiğinden dolayı güneşin ışığının bize gelmesi en azından kısmen engellenmiş olur. İşte biz buna güneş tutulması diyoruz.’’
Elimizde iki açıklama var. İkisini doğru kabul edebilir miyiz? Hayır. İçlerinden biridir doğru olan. Peki hangisi? Hangi açıklama hakikati ortaya koyuyor? Bunu nasıl anlayacağız? Bunu anlayabilmemiz için elimizde iki yol var, test etme ve akıl yürütme.. Bu açıklamaları test ettiğimizde ve bu test sonucunda hangisinin geçerli olduğunu gördüğümüzde işte o zaman geçerli olanı HAKİKAT olarak kabul ediyoruz. O zaman hakikatin ancak bilim ve akılla elde edilebileceğini kabul etmekten başka yolumuz kalmıyor. Bilim bize hakikatin verilerini sunar. Verilerin masal mı yoksa gerçek mi olduğunu biz ancak bilimin verdiği ipuçlarıyla ayırt edebiliriz. Ve bu verilerden yola çıkarak biz akıl yürütmelerle bir bütün haline getirip anlamlandırmış oluruz. Demin verdiğimiz örnekten yola çıkarak deriz ki, ‘’ doğada olup bitenler, şeytanların ve cinlerin etkileriyle değil, maddenin kendi içinde ve dışındaki kuvvetlerin etkileriyle gerçekleşir.’’ İşte bu çıkarsama da HAKİKATTEN YOLA ÇIKARAK YAPILAN BİR ANLAMLANDIRMA OLMUŞ OLUYOR.
İnsanoğlunun en önemli handikapı her zaman HAKİKAT İLE YALAN ın ayrımını yapamamak olmuştur. Başına gelen şeylerin pek çoğu yalanların peşine gitmekten kaynaklıdır.
Hakikatin hatırı her şeyden üstündür ve HAKİKATE ANCAK BİLİM VE AKILLA ULAŞILIR.
Hakikatin hakikatine ancak ve ancak bu yolla ulaşılabilir olmasına rağmen insanoğlu yalanların peşini asla bırakmamıştır. Bazen Yalanı bizzat kendisi söylemiş, bazen başkasının söylediği- uydurduğu yalanın peşine koşmuştur.
Yalanların en önemli işlevi uyuşturmak ve bu uyuşturulma süreci içinde sömürmektir. İnsanoğlunun bu özelliğini büyük şair ve düşün adamı Tevfik Fikret şu dizelerde ne de güzel dile getirir: ‘’ Beşerin böyle dalaletleri var/Putunu kendi yapar, kendi tapar.’’
Evet .. Bütün putlar yalandan beslenir. Bu yalan putunu yıkabilmemiz için elimizde iki büyük balta vardır: BİLİM VE AKIL. Bu baltalar elimizde değilse eğer Yalandan beslenen ve bizzat kendisi de put olan Yalanların yıkılıp parçalanması mümkün değildir.
İşte bu nedenledir ki O büyük insan ‘’ HAYATTA EN HAKİKİ MÜRŞİT BİLİMDİR FENDİR’’ Diyerek bize hakikatin ezeli ve ebedi yolunu en açık dille göstermiştir. Bize düşen de bu açık ve ışıklı yoldan alnı açık ve başı dik bir biçimde yürümektir. İşte bu yoldan böylece yürürsek ‘’ YURTTA SULH, CİHANDA SULH ‘’ ideali gerçekleşir ve böylece
Şeyh Bedrettin’in yüzyıllar öncesinden bizlere miras bıraktığı şu veciz söz hayata geçer: ‘’Hakikat bize insanları varlıklarına, dinlerine, dillerine göre ayırmamıza değil, birleştirmemizi buyurur. ‘’